25 Aralık 2015 Cuma

What am i ?

One children came to our restaurant today where i am working. She was around 4 years. Firstly we look at one another. Than we met.

-Hi. I am Müge. And what is yours?
-My name is Melis.

Than sudenly she was a pink dinosaur, My nephew was a cobra, and i was a blue dinosaur. We started to play.

We were laughing, we were hugging each other. I think she liked me as i felt. After 20 minutes have already passed. I don't why, i wondered. (I think that i wanted her not to forget me)

I asked: Tell me! Do you remember what was my name?

After a minute of silence...

She said:

-hmmmmm.. Your name is tree which is outside right now like pine tree. We adorn them at Christmas. You are like them.

That time i melt away with happinies. She didn't remember what was my name but she chose the tree in her memory of the thousands of things for me.

I was happy. It made me happy that the idea of staying in the mind of a child like a tree... I felt my self realy like pine tree..

Than it was time to go. We said goodbye to each other. We kissed each other gently. I was flying...

I didn't write for a long time. I was in the throes for this. Right now i found my time to write on my planet, my hand wrote this story.

It made me happy that becoming a tree in a child's mouth..

I wish one day we can be tree...

p.s: Actually this story was written a few days ago. But than one superman wanted to read this. It was hard for him because it was written in Turkish :) After a while he gave me courage. Because also i wanted to write in english but i was shy and i didn't trust my self to write in foreign language. But right now as you see i wrote! Thanks superman ! and sorry for my wrong..

When i was writing this, i was listening this music. I am sharing with you..




20 Aralık 2015 Pazar

Neyim ben?

Bugün dükkana bir minik geldi. 4 yaşlarında ya var ya yoktu. Bir iki bakıştıktan sonra tanıştık.

-Merhaba ben Müge. Senin adın ne?
-Ben Melis.

Sonra aniden, o pembe dinozor oldu, yeğenim Yalın yeşil bi kobra. Ben de mavi dinozor, derken...

Oyuna devam ettik. Gülüştük, kucaklaştık. Sevdi beni zannımca, öyle hissettim. Sonra aradan bir 20 dk geçti. Niye merak ettiysem. (Sanırım beni hiç unutmasın istedi egom gibi şeyler)

-Hadi söyle bakalım benim adım neydi, hatırlıyor musun? dedim.

1 dk'dan az bir sessizlikten sonra..

-hmmmmm.... senin adın ağaç. dedi. Şu dışardaki çam ağaçları var ya, hani yılbaşında süslüyoruz. Onun gibisin.

Ben sonra eriyerek yok oldum mutluluktan. İsmimi hatırlamadı ama hafızasındaki binlerce şeyden ağacı seçti Müge diye...

Bir çocuğun aklında ağaç olarak kalacakmışım gibi, yeşillenecekmişim gibi sevindim.

Gitme vakti geldi, ayrıldık Melis'le. Öptük nazikçe birbirimizi... Ben uçuyordum.

Uzun süredir yazamamanın sancısı içindeyim. Şimdi bir soluk bulup gelince gezegenime, bu hikayeyi yazdı ellerim.

Bir miniğin dilinde "ağaç" olmak, iyi etti beni...

Ağaç olunacak güzel günlere.
Esen kalın,
M.

Bunu yazarken de şunu dinledim. Paylaşmasa mıydım...


23 Ekim 2015 Cuma

Kediler de özler mi?

Simdi ben cok ozlem doldum ya. Haa bilmeyenler icin; yedi ayligina uzun suredir icinde oldugum kutunun icinden cikip hava almaya geldim bi yerlere. Bu sure icinde de azicik uzak kaldim haliyle sevdiklerime, sevdigim yerlere, seylere. Ultra dokunmatik bir insan oldugum icin de duygum, sanki asirlardir disardaymisim hissine donusmeye baslamisti ki, gayri donuyorum. Tamam bilenler, hemen baslamasin nolur. Evet gezdim, gordum, o fotograflari da ben cektim ama bundan bahsetmiyorum. Duygusal bir yaratigim ben de bir coklari gibi. Bazen olmasi gerektigi kadar (nasil olcuyoruz bilmiyorum), bazen biraz haddinden fazla. Neyse kisa lafin uzunu, baya bildigin doldum, ozlemeye doydum deyemem, cunku ozlediklerim sukur ki hala hayatta ama doldum yahu anlayiver. Sen de dolmadin mi yeri geldi. Peynir dolu teneke gibi, yagmur yuklu bulut gibi, koca bi demlik cay gibi, agzina kadar kitap dolu bir kutuphane gibi... Uzak kaldigim her seyi ozledim. Oyle boyle degil. Hani "yuh sunu da mi ozledin" diyebileceginiz seyleri bile ozledim.

Her sabah ise giderken gordugum kedimi (gerci haber alamadim uzun sure kendisinden), fakulte kantinindeki Nermin aplayi, okuyucularimi, vapurlari, gevrekleri, muhabbetle icilen kaynar caylari, Muzeyyen Senar'li cilingir sofralarini, sabah kahvelerini, bes yil yasadigim yurt odami, aneyi babeyi, agabeylerimi, yengeleri. dayilari, amcalari, kuzenleri, kitaplarimi, Kizlaragasi'ni, Kadikoy'deki evimi, kasabami, Izmir Korfezi'ni, Bogaz'i, Pamukkale ile sehirlerarasi yolculuk etmeyi... Liste cok uzun, evet cok seviyorum sonu gelmeyen cumleleri ama yazdirmayin simdi bana hepsini.

Pekala sonra, sonra ne olacak! Ben yazayim kimse yorulmasin. Butun her seye kavusacagim ozledigim ne varsa, belirli araliklarla, sonra da buralarda biraktiklarimi ozlemeye baslayacagim. Kuyrugu kopup yasama devam eden kertenkele umudu tasiyor olabilir mi ki bu ozlem duygusu. Ya da ne bileyim acidigini anlamayip altini kapatmadigim caydanliktaki son su...

Peki nedir bu ozlem? Sadece, Turkiye'de en cok kullanilan, 15. siradan yerini alip tahtini digerlerine kaptirmayan bir kadin ismi mi? Yoksa koskocaman bir duygunun cagrilis sekli mi? Nedir bu ozlem ki farkli derecelerde yakip kavuruyor, pisirip tasiriyor bir coklarimizi. Bazen besliyor, bazen acitiyor, bazen yazdiriyor, bazen aglatiyor, prangalar eskiyor ugruna. Adeta bir duygu bulutu, doldukca digerlerini yagdiriyor.

Gercekten muazzam bir cember olabilir mi ki bu duygunun kendisi. Yok yok ironi yapmiyorum. Hislerimi uzaktan izlemeyi deneyince cemberin o essiz, nev'i sahsina munhasir cember halini goruyorum bazen. Bir hareket etme bicimi olabilir mi ki ozlemek? Seni yerinden kaldiran, hic sirasi degildi dedigin an yola koyan. Insan ozledigine kavusmak icin hareket etmez mi cogu zaman? Evet evet hareket!ozledigine kavusmak icin sehir degistirirsin, yillarca yasadigin sehri ozlediginden kalkar gider ziyaret edersin, tadini cok ozledigin koy peyniri icin pazara cikarsin, okumayi ozledigin kitabi bulmak icin kutuphaneye yonelirsin, ozlemiyle yandigin adama siir yazarsin, ki yazmak hareketin babasi olabilir, agit yakarsin ozlemi hic bitmeyecek olana, hic olmadi bir sigara yakmak istersin cakmaga davranirsin.

Ahh ne muazzam! Beni duraganliktan cikaran kusursuz bir duygu mu ki bu, farkina varamadigim!

Newton'un hareket yasalarindan birinde (3. Yasa) "Her etkiye karsilik  esit ve zit bir tepki vardir." diyor. Bu durumda ozlem duygusunun bizde yarattigi etkiye karsilik bir baska duygu peydah oluyor diyemez miyiz icerimizde. (tamam fizikten anlamiyorum, bu duygusal fizik yorumlamasi.)

Ve bir yandan da insan gonlu icin ele aldigim bu duyguyu hayvanlar icin dusunuyorum. Mesela her sabah ise giderken gordugum o kedi de beni ozlemis midir ki bazen? Beni goremedigi ve ozledigi icin hareket etmis midir yerinden ? Ah nasil bilebilirdim ki bir sabah habersiz gidecegini, soramadim.

Bir de su var, madem 'ozlem' dedim kafalari patlattim... 

Neredeyse on bir yildir gunluk adi altinda defter tutuyorum. Bazen bir ay yazmadigim oluyor o yuzden gunluk degil. Her neyse, bir defter bitip digerine baslarken de ilk sayfaya icimden ilk gecen seyi yazmaya calisiyorum. Yakinlardaki bir deftere baslarken de, neredeyse bir yil once, soyle yazmistim: Tanimadigim insanlar ve gitmedigim yerler var. Onlari cok ozluyorum!

Olur sey degil! Nasil olur da tanimadigim, kim oldugunu bile bilmedigim, hic bir duygusal baglantimin olmadigi kimseleri ozleyebiliyorum. 

Sanirim kendimi duygudan duyguya suruklemek icin bir cok nedenim var. Tanimadiklarima, bilmediklerime karsi bile hasretlik var icimde. Neyse ama iyi haber, bir dolu guzel insan, bir suru yeni yer hayatimin bu yedi aylik suresinde beni bekliyormus megersem. Tanimadigim insanlarin ve gitmedigim yerlerin bir kismiyla hasret giderdim boylece.

Hulasa, ben yine sonu gelmeyen bir konuyu actim zihnimde, kalbimde bir yerlerde, ama kapatamiyorum. Bekliyorum oyle kendi yolunu bulsun diye su gibi.. Bu da oyle olacak heral. Neyse ki Muzeyyen'in oldugu cilingir sofrasina da, anamin gerdanina da ve bir cok seye de cok kalmadi. 

Bir arkadasim hep soyle diyor, soyle yaziyor her yere. Simdi ondan esinlenip ben de yazayim da bu yazinin sonu gelsin artik . Her gune bin sukur...

Kedi mi? O minik hanim kizima ne oldugunu bilmiyorum. Bir sure sonra goremez oldum. Bir kac sabah onu gordugum yerin cevresinde dolandim. Ama bulamadim... Belki gitmek istedi o da bi yerlere kim bilir. Bir isaret birakaydi iyiydi ama cani sagolsun. Neyse ki bir fotografi var elimde...


Insan iste yazmayi da ozledi mi hulasa da dese bitiremedi mi bitiremiyor. Ama bu, bu yazinin son hareketi.

Hareketin bereket oldugu, ici sicacik ozlem dolu gunleriniz olsun...

M.


Bu yazinin sarkisi Zeki Muren'den geliyor ve Sanat Gunesi diyor ki: 

"katmer katmer acil gonul bahcemde
 bir ipek cevre ol fakir bohcamda
 mecnun'um leyla'sin dertli bahcemde
 kapimi yeniden cal usul usul"

Eee insan Zeki Muren'i de ozluyor be..












17 Ekim 2015 Cumartesi

Cumartesi de cumartesiymis ha!

Van- Haziran 2014
Aylardan Ekim. Yillardan 2015.Gunlerden cumartesi. Havalardan yagmurlu. Yagmurlardan saganak.Telefonum 13 derece yagmurlu diye gostemisti zaten dun.Ne guzel bir uygulama bir de uzerine yagmur yagiyormus gibi yapmislar. Ama islatmiyor ne kotu.

Simdiyse uzerimde bit pazarindan elli kurusa aldigim yeni kazagim, dun geceden bu yana izledigim uc filmin uzerimdeki agirligi, az once yedigim haslanmis patatesin tadi, donecek olmanin heyecani, ayrilacak olmanin hazirligi, babamin hala bilmezmis gibi "ee ne zaman donuyorsun bakalim" demesi beni cok ozlemesi, arada bogulup tekrar dirilmeye calisan ulkem, donunce bitirilecek yuksek lisans tezi, yapilacak surprizler, konusulacak konular, olmeden once ve otuza varmadan once yapilacaklar listem, yasanacak bir ev, okunmayi bekleyen kitaplarim, eski defterlerim, saclarimi kokunden kestirme arzum, annemin yemekleri, ananemin elleri, hala olmayi ozleyisim, bir demlik cay, bir yetmislik anasonlu, baliklar, olen kedimiz, yillardir gormedigim arkadasim, dolaptaki yogurt, masadaki tozlar, yikanmis camasirlar ve yikanacaklar, biten turk kahvemin hala kokan kutusu, gonderilmeyi bekleyen kartpostallarim ve sonra oldugum yerden izledigim her sey ve bu her sey icin yapmak isteyip de yapamadiklarim, her seye ragmen kendimi hala sakince seviyor olusum, merkezinden ayrilma diye beni yatistiran bir ic sesin farkindaligi, degisime kendimden basladigimda degistirdiklerim, sadece severek kazandiklarim, verdigim nefesin bir baskasininkine karisip kayboldugunu hayal edisim, farketmeden birilerine sifa oldugumu ogrenmem, aylar once "ne sanslisin Muge cunku seninlesin" diye gelip ruhumu taclandiran mesaj, dogum gunum olmamasina ragmen "biliyorum bugun dogum gunun degil ama iyi ki dogmussun sen" diyip beni aglatan arkadas, doner donmez, gider gitmez diye baslayan cumlelerim. eski sevgililer, en sevdigim renk, dunyanin en uzun koprusunu alakasiz bir anda dusunmem, hala mizika calamiyor olusum, ama ondan vazgecmeyen sakalli keci, buradaki cocuklari buyuduklerinde gorur muyum diye gecen kucuk bulutlar, ve daha neler neler...

Eger sair "masa da masaymis ha" demeseydi belki de masanin adi cumartesi olurdu kim bilir. Bu cumartesilerin de masallahi varmis derdi.

Ben sairin en guzel siirinden beslenedurayim, bugun hic bir cumlenin sonuna nokta koyasim da yok. Virguller cok nazik bir o kadar da gururlu. Ama bitiyor iste.

Daha bir sey kaldi mi bilemiyorum ama icine sanki bes belki de on cumartesi gizlenmis bu yagmurlu gun bitmek uzere. Hepsini bagrima basmak icin vaktim varken gideyim ben.

Esen kalin,
M.

Not: "Masa da masaymis ha" siiri bir Edip Cansever siiridir. Okuyunuz, okumayanlara da okuyunuz.

Bu da bu cumartesinin sarkisi, dinlemek isterseniz.. (Sarkinin bir nakaratinda soyle geciyor "I'd rather be forest than a street / Bir caddeden cok orman olmak isterdim.) Oyle iste, belki bir gun orman oluruz.

















26 Eylül 2015 Cumartesi

Sidikli Kontesle Avrupa

Bremen
"Cok gezen mi bilir cok okuyan mi ?" diye ara ara gun yuzune cikan bu cumle tartisiladursun, ben gecenlerde hayalini kurdugum bir geziyi yaptim, size onu haber vereyim dedim. Sosyal medya da paylastigim fotograflarla bir coklariniz haberdar oldu ama yine de yirmi alti gun Avrupa'da yalniz gezmenin bende yarattigi duygulardan ve deneyimlerimden bahsetmek istiyorum. Sonucta gezegen degistirdim yazilacak seyler birikti.

Nasil Karar Verdim? 
Oncelikle aylar once "artik zamani sanirim Muge, hazir Romanya'dayken su Avrupa'yi biraz kurcalayabilirsin." diye basladim tohumlari atmaya. Sonra bu geziyi yalniz mi yapsam yoksa bir yol arkadasi bulsam mi diye dusundum durdum ve yalnizligimin mis kokulu kollarina birakip kendimi, yola cikmaya niyet ettim. Bu niyetimden sonra, Bukres'e, cok sevimli burokratik isleri halletmeye gittik. Ve sag salim elime ulasan pasaportumda bir aylik schengen vizesini gordukten sonra, aldim kalemi kagidi elime basladim notlar almaya.

Nerede Kaldim?
Hangi ulkede hangi sehri gezsem, hangi sehirde nereleri gorsem diye aldigim notlar bitmeye yakin, seyahatim suresince nerelerde kalacagimi dusunmeye basladim. Cok fazla secenegim de yoktu aslinda 1)Ucuz hosteller 2)Couchsurfing ve 3) Arkadas arkadaslari, onlarin arkadaslari, kaynimin yengesi vs gibi couchsurfingden bi nebze daha keyifli ve guvenli olacagini dusundugum bu yolla birlikte uc secenek. Cok uzatmayacagim burayi ve deneyimlerimden bahsetmeden once cogunlukla ucuncu ve sahane secenegi kullandigimi soyleyecegim. 

Cantama Ne Kodum?
Ve yola cikmadan once yapmaktan en keyif aldigim eyleme geldi sira. Pahada ve yukte hafif en kullanisli malzemelerle beni bir ay yalniz birakmayacak guzelim cantami da hazirladim ve 25 Agustos Sali gunu sabah erkenden yola ciktim. 

Hangi Araclarla Yolculuk Ettim ?
Cogunlukla otobus kullandim. Bir cok otobus firmasi var Avrupa ulkeleri arasi ucuza seyahat edebileceginiz. Trenler genelde pahaliydi. Ama sadece otobusle kalmadim tabii. Paris Barcelona ve Barcelona Budapeste arasinda ucak ve Budapeste Romanya arasinda da tren kullandim. Haaa bu arada, bastan yalniz bir seyahati sectigim icin otostop secenegini hizlica eledim yolculuk araclari kismindan. Sanirim o kadar fazla cesaretim yok :)

Yalnizliga Alisma 
Ve ilk duragim Budapeste'ye ayagimin tozuyla vardim. Bu kisimlarda suralari gezdim su muzeyi gordum gibi detaylari vermekten kacinacagim zira bu yonde bir suru faydali yazi bulabilirsiniz internette. 

Neyse burasi icin kalacak bir yuva bulamadim ve sehrin ucuz ve azicik pis bir hostelinde kaldim. Ilk gun biraz kendime alismakla gecti. Uzun sure tek basima seyahat etmemistim ve kendimle neler yapabilecegimi unutmus bir halde, onu surekli memnun etmeye calistim. Kahveler, yemekler, tatlilar... Derken baktim para cok gidiyor saliverdim icimi. Sonucta kimseyi memnun edemem. Memnuniyet bir tercih meselesi kim neyi secerse artik. Secimimi yaptim ve ilk gunku urkek ve utangac Muge ikinci gun anlamadigim bir sekilde kendini saliverdi. Boylece paralar da cebime kaldi.

Eger siz de yalniz seyahat etmek istiyorsaniz ama cekinceleriniz var 0900255.. arayin cozelim.

Saka saka cok guzel bir sey, su ahir omurde yapilasi en guzel sey, korkmadim, kendimi, yalnizligimi sevdim ve sonra yola ciktim! 

Not: Elbet gonul, gonul dengi bir yoldasla da gezmek ister ama yoksa da evde oturacak degildim degil mi :) Atil Kurt!

Nasil gezdim ? 
Gezerken hep su yolu izledim. Yolsuzluk yolu. Yok yok saka saka ben devlet miyim ki! Soyle yaptim. Gittigim her sehirde ucretsiz sehir turlari aldim. Oldukca kullanisli oldular ve bir suru yeni insan tanidim bu turlar sayesinde. Sonra da birakiverdim kendimi sehrin sokaklarina. Arada ziyaret etmek istedigim muzeleri gezdim, bir iki ozel tatlisi, yemegi falan varsa sehrin onlarin tadina baktim, parklarinda uyudum, insanlarini kendi dillerinde gunaydin dedim.Ve yapmaktan en cok keyif aldigim seyi yaptim. Her sehirde en az bir kutuphane ziyaret ettim. Kutuphanelerin kimisi yillar oncesinden kalmis, muzeye cevrilmis olanlardi kimisi ise hala aktif olanlar. Raflara dokundum, anlamasam da farkli dillerdeki kitaplari kurcaladim, kutuphanecilerle tanismaya calistim. Sanirim gezimin sonuna kadar yaptigim bu ziyaretler cok besledi beni. Gezdigim kutuphanelerle ilgili yazi yazip paylasmak da yakin niyetlerim arasinda.

Hangi Ulkeler, Hangi Sehirler?
Budapeste'den basladim demistim. Sonra sirasiyla Viyana (Avusturya), Prag (Cek Cumhuriyeti), Berlin, Bremen (Almanya), Amsterdam (Hollanda), Bruksel, Bruges (Belcika), Paris (Fransa) ile devam ettim ve Barcelona'da (Ispanya) bitirdim turumu. 

Tamamen plansiz ciktigim bu yolda ozellikle biletlerin fiyatlari sebebiyle, bazen rota degistirmek durumunda kaldim. Ama her ne yasaniyorsa en dogrusu o oldugundan sesimi cikarmadan yoluma devam ettim. Bazi sehirlerde daha cok kalmayi arzuladim ama vizem kisitli oldugundan yola koyuldum. Niyetim bundan sonra daha tane tane seyahat etmek.

Baskalarinin evinde nasil kaldim ?
Kapiyi caldim sadece :) Ezelden beri baskalarinda kalmayi cok sevmisimdir ben. Kucukken komsu teyze beni yazligina goturecegi zaman kosa kosa giderdim. Arkadaslarimda uyuyum diye binbir yolla izin isterdim annemden. Sonra bes yil da yurtta kalinca iyice peskisti bu aliskanligim. Ama sanirim bu rahatligim cocukluguma dayaniyor. Neyse, ne diyordum .. Oncelikle nadide arkadaslarimin oldugu facebook hesabimdan tarihleri ve sehirleri paylastim. Sonra biri dedi ki benim arkadasim orada, biri dedi ki benim kardesim orada... liste boyle uzayip gidiyor. Sonra iletisime gectim hepsiyle, adreslerini aldim ve gelirken eve bisi lazim mi bakkaldan diye sordum :) sanirim kendimi az da olsa gercekten o evin bir parcasi gibi hissetmeye ihtiyacim vardi. Ve sonra gelsin guzel arkadasliklar. Kendi evimde nasilsam oyle davrandim. Ve sadece evlerinde kalmadim, onlarla zaman gecirdim. Bence dunyanin en guzel eylemlerinden biri seyahat ederken yapilabilecek. Sekiz hanenin uyesi oldum azicik bile olsa. Denemeye deger... Ve en guzel deneyimim de su oldu yazayim da mutlu olayim. Paris'te arkadasimin kardesinde kaldim. Iki kucuk cocugu vardi 6 ve 3 yaslarinda. Kaldigim dort gece boyunca hikaye anlattim onlara ozellikle buyugune. Sonra o hikayeler uzerinden minik oyunlar oynadik. Ayrilacagima yakin, ben baska yerdeyken annesine "bu ablanin da ne guzel hikayeleri var" demis <3 

Ve yirmi alti gun sonra icim disim hikaye, deneyim, guzellik  dolu dondum. Bugune kadar gittigim, yaptigim hic bir seyden pismanlik duymadim. Bu da onlarin arasinda katiliverdi. 

Yolda olmak henuz firindan cikmis ustu hafif kizarmis, ustune cevizleri ve tahini konmus kabak tatlisina benziyor. 

Yollar hepimize memleket olsun.. Cikiniz efendim...
M.

Not: Basliktaki "Sidikli Kontes" Can Yucel'in "Sevgi Duvari" siirinden alintidir. Sair bu siirin bu dizesinde yalnizligini sidikli kontes olarak cagirmaktadir. 



   


3 Ağustos 2015 Pazartesi

Evrende Kaybolacak Milyonlarca Yazıdan Biri

Bu, yazmak niyetiyle bilgisayarın basına bilmem kacıncı oturusum. Yazıp yazıp kaydettigim ama paylasmaya cekindigim kac yazı oldu hatırlamıyorum. Ama kararlıyım, bu defa gittigi yere geldikten sonra bu yazıcik, her ne pahasına olursa olsun salacagım evrene. Kemerlerinizi takınız. Roketimiz kalkısa hazır.

Romanya'da dort ayı yedim bitirdim. Her yedigimin yaradıgı gibi buralar da pek yaradı. Hem bedenim hem ruhum kısa yetecek kadar besini aldılar sanıyorum. Degil yasamayı seyahat etmeyi bile hayal etmedigim bir ulkede kim derdi ki bu kadar beslenecegim. Ama degil mi ki surprizlerle dolu olan hayat, gosterdi kendini. Cok sukur...

Bu arada yazmadıgım zamanlarda naptım mi? Cocuklarla eglendim, yeni yerler gordum, yeni insanlar, yeni yeni yesil tonları, yeni yemekler, yeni uykular derken baya bi doldurdum poseti. Eskilere de bisi olmadı. Eskileri yad ettim, eskileri aradım, eskileri sevdim, onlara guldum zaman zaman agladım... En iyi, yeni eskici ben oldum bazen.  Isler tıkırındaydı yazmazken ben.

Amaaa bunların arasında bir yerde, bir kuple de hasta oldum. Agırca bir kızceyi tasıyınca okulda, benim bel dedi ki "hoooppp noluyoz bacım, sen bu beli ne sandın! Superman beli degil bu!" Akabinde fotograflarını cektigim Maria Neneler gibi tutuldum, kaldım yarım bel. Doktor on gun yatacaksın dedi. On gun yatmak!!! Hic bir sey yapamadan, fıtratıma ters bir kere! Ama lokmayı yedik en buyugunden, degil on gun neredeyse yirmi gun yattım. Depresif gunlerdi. Zaman zaman aglamalar, sıkıntıdan patlamalar, o kadar bayıldım ki bir ara, evdeki halının fotografını her acıdan cekmeye basladım. Hic yuruyemecegimi hep oyle kalacagımı dusunmeye de baslamıstım ki... Her sey geciyor hayatımda, o da gecti gitti. Hala cok uzun sure ayakta duramıyorum ama oldu bu is, kaldıgım yerden devam ediyorum.

Devam ediyorum ama soyle de bir sey var. Zaman ote yana aktıkca, yani sevdiklerimden uzakta, cok ozlem cekerim ben. Belki sen de ozlersin. Ama boylesini daha evvel yasamamıstım. Istanbul'da yasarken de oluyordu amma bir bilete bakıyordu. Bir surpriz yapıyordum, herkes pur nese. Simdi pek oyle olmadı. Tamam cok uzun sure degil ama napeyim boyle hissediyorum. Annemin yer yer "bu skype bana yetmiyor, seni koklayamıyorum." yakarislari da yuregimden kaynar kaynar akıyor. Bir seyler ogretiyor yasadigim her sey bana. Yani aslinda ogretmek de degil de buyutuyor iste... Yalniz ben buyurken degismeyen bir sey daha var ki annem duymasın. Bunca ozlerken herkesi, her seyi, hala bir gitme durtusu var icimde. Dondukten sonra acaba nerelere giderim daha diye dusunmuyorum dersem esek kovalar.. (kovalasin bence :) )

Neyse ki hala donunce ne yapacagimi bilmiyorum, ama inanıyorum guzel seyler kapıda. Yapacagım ilk sey ozlediklerime sarılmak olacak bir onu biliyorum. Otesini ben bilemem, kimse bilemez. Bekleyip gorelim.

Ben daha fazla yazamayacagım sanirim, yok aglamıyorum, gezegen sıcak, nem cok, erimeden paylasayım diye...

Bu kısa yazı, bana ozlediklerimle birlikte tek bir sey hatırlattı. Ertelemek!

Ve ertelemek deyince hep aklima gelenle bitiversin: " Ertelemek, hayatın mayasını kacırır. Kızdıysan bagır, sevdiysen soyle, ozlediysen arkasından kos."

Simdi evrende kaybolacak milyonlarca yazidan birini saliyorum.


Esen kalin..
M.
















28 Mayıs 2015 Perşembe

Bazi Projeler Tadindan Yinmiyor - FUTURE LIBRARY / GELECEGIN KUTUPHANESI

Az once, yeni haberdar oldugum sahane bir projeyle soyle gecirdim icimden "100 yil sonra yasiyor olur muyum acaba". Fakat sonra 27 yasinda oldugumu hatirladim, ardindan hesap makinasi 127 sonucunu buldu ve elbet bunlarin akabinde kendi kendime guldum soyledigime...

Berlin'de yasayan Iskoc Sanatci Katie Peterson tarafindan gecen yil bir proje baslatilmis. "Future Library (Gelecegin Kutuphanesi)" ismini tasiyan proje, 100 yazarin 100 eserini 100 yil boyunca saklamayi hedefliyor. Norvec'in Oslo  kentinde projenin adiyla bir de vakif kurulmus. Proje kapsamına her yıl bir yazar alınacak ve yazarların tamamladıkları eserler, bu kütüphanede toplanacakmis. Yazarının dışında hiç kimse 100 yıl boyunca eserin içeriğini bilme imkanına sahip olamayacakmis. Yazarlari sececek kurul da her dort yilda bir degisecekmis.

Haberi okuyunca kan akisim hizlandi. Hemen, acaba neyle ilgili olacak o 100 kitap diye dusunmeye basladim. Sonra hangi yazarlar olacak diye dusundum. Keske dedim bir de bizden biri olsa buralari anlatsa 100 yil sonrasina. Sonra daha da gizemli bir hale burundu proje hayalimde ve kim bulacak acaba kitaplari diye dusundum. Pek tabii kutuphane ile ilgili de bir proje olunca mest oldum.

Ha bir de bunca heyecan yetmezmis gibi, haberin devaminda 100 yil sonra kesilmek ve kagit yapilmak uzere Oslo'nun hemen yakininda bir ormana bin agac dikilecegini okudum. Vakif bu agaclari 100 yil sonra basilacak kitaplar icin kullanacakmis. Bunu duyunca da hemen, gecenlerde okudugum, oldukten sonra agac olma projesi geldi aklima. Hahhh dedim sahane, benden guzel agac olur sonra bi guzel de kitap olurum ki degmen keyfime. Su hayatta sonsuzluk ancak boyle guzel garantilenir dedim ve basilacak bu antolojiye de bin kisinin sahip olmasini ongoruduklerini okudum. Dusunsenize 100 yil sonra bile bu sekilde yasiyor olacagim. Bir de zaten 100 tanesi kutuphanelere konsa, milyonlarca insan ulasacak. Offff...!

Vakif, hazirlayacagi ozel tasarim sertifikalari acik artirmayla satarak da projenin giderlerini karsilayacakmis. Simdiden 100 yil sonrasina hediye vermek isteyenler icin sahane bir teklif, proje icinse harika bir gelir modeli olmus.

Bu bilgileri okuduktan sonra hemen meslek icabi bir icimi cektim: "Bu kitaplar nerede saklanacak. Ya kaybolursa! Ya koruyamazlarsa"diye. Ama endisem cok buyumeden, kitaplarin 100 yıl Oslo’daki New Public Deichmanske Kütüphanesi’nde özel olarak tasarlanmış bir odada saklanacagini ogrendim de soyle bi rahatladim.

Kutuphanenin ilk yazari da Margaret Atwood olacakmis. Kendisi cok tatli Kanadali yazar, sair, elestirmen ve feminist. Ayrica yakin tarihin en saygi duyulan kurmacacilarindan. Antik Romayla ilgili bir eser yazacakmis. Ne yazacak acaba diye demeden edemiyorum. Neyse 100 yil sonra okuruz..

Bir de soylemeden edemeyecegim, 100 yil sonra o kitaplari acacak kutuphanecileri simdiden kiskandim. Ne kadar heyecanli olacaklar.. Offf biz de gorebilecek miyiz acaba? Peki ya Zeki Muren... (tamam bu cok bayat oldu farkindayim.)

Son olarak bu projeyi ogrenmemle yasadigim heyecan bana meslegimi ne kadar cok sevdigimi ve ozledigimi hatirlatti. Yaklasik dokuz aydir calismiyorum. Ve cocugumu bir yere birakip uzaklara gitmis gibi hissediyorum. Ozlemisim isimi..

Neyse, belki ben goremeyecegim ama torunum torbam gorur..

Ya hala belki diyorum, caktirmadan umut besliyorum 127 yasima dair.. Amaan olsun be kime zararim var. Hem ne tatli olurum demi 127 yasina gelince :)

Son olarak madem kutuphanenin ilk yazari Margaret Atwood, onun bir siiriyle bitireyim yazimi:

Nature Morte'a Karsi


Masanın üstünde bir portakal ;
belirli bir mesafe bırakarak
çevresinde dolanmak
işte bu, bir portakal,
bizimle bir ilgisi yok
sadece bir portakal,
rahat bırakın onu
demek, yeterli değil
Elime almak
istiyorum
kabuğunu soymak
bana yalnızca bir Portakal
olduğunundan başka şeyler
söylenmesini istiyorum.
anlatacak nesi varsa,
anlatılsın.

masada, karşımda
uzak oturan sen
gülüşün içinde saklı
ve güneşteki portakal gibi
suskun;
sessizliğin
benim için yeterli değil, şimdi
ellerini hangi
iç barışla kavusturuyorsan
kavuştur,
söyleyebileceğin herhangi bir şeyi
güneş ışığında istiyorum,
farklı çocukluklarının öykülerini
amaçsız yolculuklarını, aşklarını,
o anlamlı iskeletini, pozlarını,
yalanlarını.

Bu portakal suskunluklar
(bu güneşışığı ve örtük tebessüm)
beni, sarsarak,
Seni,  şöyle konuşturmaya itiyor :
kafatasını bir ceviz gibi çatlatacağım
balkabağı gibi patlatacağım
konuşturmaya zorlamak için seni
ya da içine bir göz atmak için :
Ama yavaşça;
yeterince özenle
alırsam portakalı
tutarsam usulca elimde

belki de
bir yumurta
bir güneş,
portakal renginde bir ay
ya da dünyadaki
tüm enerjinin kaynağı
bir kafatası bulurum elimde
 istediğim
herhangi bir şeye
dönüştürebileceğim
ve sen, erkek, portakal akşamüstü,
aşık, nerede
oturuyorsan karşımda
(masalar, trenler otobüsler)
yeterince sessiz
yeterince uzun süre
bakarsam yüzüne,
sonunda diyeceksin
(belki de konuşmadan)
(kafatasının
içinde dağlar var,
bahçe ve kaos, okyanus
ve bora,  odaların
belli köşeleri,
büyük-büyükannelerin portreleri, perdeler,
özel bir tonda,
çöllerin, kendine özgü
dinazorların, ilk
kadının)
sadece bilmek istediğim:
anlat bana
her şeyi
olduğu gibi
başlangıcından beri"


Esen kalin,
M.

Hamis: Bu yazida Turkce karakter yok. Cunku bilgisayarim bozuldu. Bu yuzden yasasin Ispanyol ev arkadaslari :)

Future Library (Gelecegin Kutuphanesi) ile ilgili bir de guzel video var:













23 Mayıs 2015 Cumartesi

Bir hayal kaç derecede kaynar?

Dedeyi beklerken...
Hayallerim birikince eteklerim zil çalar benim. Öyle deli danalar gibi koşuşturmam oraya buraya ama "baya birikti! nasıl olacak şimdi bunlar" diye bir içlenme haline girerim. Bu aralar da liste bayağı kabarık olduğundan olacak, bir ses konuşmaya başladı Zeki Müren kıvamında tatlı tatlı.

Önceleri hayal kuramadığımı düşünürdüm. Hatta bir ara 'niye hayal kuramıyom ya ben' demeye bile başlamıştım. Çünkü ben ergenken beş kız bir araya geldiğinde hep onlar hayallerini anlatıyordu ben de melül melül dinliyodum. Ama meğersem sadece gece yastığa başımı koyduğumda kuramıyormuşum. O da on beş saniye içinde uykuya daldığımdanmış. Bu yüzden çocukken kurduğum hayalleri hatırlamıyorum. Belki yaşıyodum hepsini kim bilir. Şimdiden daha güzelse demek Müge'nin çocukluğu... Ama yok ya gençliğimi de ayrı seviyom. Neyse bunu farkettiğimden beri bayağı eğleniyoruz anlayacağınız.

Son farkedişim de kalbimle zihnimin işbirliğini görmemle oldu. Çok iyi anlaşıyorlarmış mübarekler. Biri hayali hazırlıyor, öbürü mantıklı yollardan zemin sunuyor ona gerçekleştirsin diye. Bazen zihin fazla planlı konuşuyor, kalp onu anlamıyor falan.. Ama ara ara didişmelerini izlemek de pek keyifli.

Bu bilgileri hayal kurma sürecimi yazmadan önce, bilgi sahibi olmanız iyi olur diyerekten aktardım. Yoksa bi numarası yok.

Şimdi bende süreç şu şekilde işliyor:

Efendim önce kalbime bir ateş topu düşüyor o hayalle ilgili. Öyle bir ateş topu ki, yaktığı yerden kelebekler çıkıyor, sanki tası tarağı toplayıp o hayale yerleşeceğim. İnanmazsınız geçen gece on beş dakikalığına Hindistan'a yerleştim mesela öyle gerçekçi bir ateş topu. Sıcacık ediyor beni. Her yere götürüyor. Neyse sonra evirip çevirip bakıyorum pişirebilir miyim diye. Azcık yanıyor ellerim de tabii.. Ama kalbimde olduğundan mütevellit pişiyor genellikle. Ben de pişmeyecek hayal ocakta durmazmış diyerekten açıyorum altını ocağın. Allah ne verdiyse artık..! Ateşe körükle gitmek en çok burada işe yarıyor. Bu süre, hayale göre değişiyor. Bazılarının bir yıl yanıyor altı, bazılarının bir gün... Bakıyorum şöyle, gelen giden yoksa belli ki ziyan olacak hayal, alıyorum bir kenara. Biraz dinlendiriyorum. Aynı yeşil fasulye misali. (azcık dinlendirince bi tencere yiyebiliyorum)

Tabii maşallah hiç boş kalmıyor ocak. Biri dinleniyor biri yanıyor, biri yanıyor diğeri dinleniyor. Vardiyalı yakıyoruz.

Neyse sonra gel zaman git zaman karşıma bir şeyler çıkıyor, birileriyle tanışıyorum, bazen bir kitap okuyorum tam sayfa kırk beşi kıvırıyorum orada duruyor, bazen bi şarkı dinliyorum onun nakaratında duyuyorum, kimi zaman sokakta görüyorum ve bir anda hepsi altını kapatıp kenara koyduğum gerçekleşmeye can atan hayali gün yüzüne çıkarıyor. Sonra tam yine aynı süreç başlıyor diye mızmızlanırken zihnim, yanında eşeğiyle bir ak sakallı dede geliveriyor (her zaman dede olmayabiliyor, bi keresinde çok yakışıklı yağız bir delikanlı gelmişti.) "Hadi hazırlan yola çıkıyoruz, bunun zamanı geldi artık" diyor dede. Tabii zihin bi şaşırıyor, çünkü onun planlarına göre daha zaman vardı bunun olmasına. Kalp bıyık altından gülüyor ona. "Biz de akış var gülüm. Ama yardımların için çok teşekkürler." diyor. Zihnin kalbini kırmak istemiyor zira.

Eğer çok uzun zamandır gerçekleşmeyi bekleyen bir hayalse, vedalaşmalar oluyor. Malum doğmak üzere gerçeğe, heyecan dorukta.. Ondan daha eskilerle vedalaşırken hüzünler yaşanıyor. Ama yeni gelenlere de umut oluyor onun gidişi. Aralarında kıkırdaşıyorlar yeniler "yaşasın o gerçek olduysa biz de olabiliriz. Çünkü o imkansızdı." Hepsi el ele tutuşup eşekli dedenin yanına uğurluyorlar onu ya da kim geldiyse almaya.

Harika bir manzara görmeniz gerek. Şölen gibi... Sonra boş kalan ateşi dolduruyor bir yenisi. Ve süreç böyle devam ediyor...

Bazen içimde birileri deney yapıyormuş gibi hissediyorum. Bir gün makale olarak çıkarsa karşınıza "hayal kurmanın standartları ve süreçleri" diye ben bilmem... Ama en iyisi herkes kendi sürecini yaşasın.

Bu arada madem hayal dedik, sürece girdik daha fazla uçmanın kimseye zararı olmaz bence. Şimdi buraya içerde yüz derece ulaşmak üzere olan hayallerimden on bir tanesini yazacağım. Belki yazarsam eşekli dede "noluyo bakiim burda, biri beni mi çağırdı deyip" çabuk gelir. Gelmezse de sağlık olsun azcık dinlendiririm ben de.. Hayaller yazılırken harf sırası gözetilmiştir. Hepsi neredeyse birbirine yakın derecede kaynamaktadır. Bazıları acık yanma kıvamındaysa da, artık gerisi kısmet diyoruz.

Listemiz şu şekilde dedeciğim:

1)Annemle çok derinlerde yüzmek (onun için cesaret niyet ediyorum)
2)Babamla Selanik'te gezmek
3)Bahçeli bir evde yaşamak (kımıl kımıl)
4)Bir dergi için fotoğraf çekmek
5)Çocuklarla ilgili bir iş yapmak (dede arada bi görünüyor)
6)Çok iyi mızıka çalabilmek (bunun üzerine çalışıyoruz)
7)Hindistan'a gitmek (yanmak üzere)
8)Iğdır'a gitmek
9)Küba'da başı boş gezmek
10)Karadenizi boylu boyunca dolaşmak (yanmak üzere)
11)Kuzey ışıklarını görmek

Sürecimin sonuna gelirken buradan Pablo Picasso abimize de selam gönderiyorum.

Kendisi "Hayal edebildiğiniz her şey gerçektir "demiş ve kalpleri dağlamış, zihinleri yağlamıştır.

Hadi boş bırakmayın ocakları, şurda kirbit var.

Bir de esen kalın,
M.



18 Mayıs 2015 Pazartesi

İçimin Meteorolojisi

Hava pek güzel bugün. Bir kaç gündür damlayan yağmurlar geri çekildiler bulutlarına. Ama balkanlardan gelen hafif eserekli rüzgarlar yer yer kendini göstermekte. Güneş ise olanca güzel vücudunu sergilemekte tepemizde.

Ben de kahve yaptım şimdi kendime. Serildim masaya, düşünüyorum acaba ne yazsam diye? Şuan sadece hava durumunu aktarabildim. Çünkü aklım hep havalarda benim. Hiç yere basamıyorum, ondan mütevellit herhalde, yazıverdim bir anda hava raporunu. Ama gayrı ayaklarım yere değse fena olmazmış gibi hissediyorum. Yerleşik bir hayat, evcil bir yaşam, marullu bir bahçe, kedili bir oda, bisikletli bir hayat hayali kurmuyor değilim. Hafta sonları dostlarla dolup taşacak yemek masaları, sabahları hiç bitmeyecekmiş gibi edilecek kahvaltılar da hayal heybemi doldurup taşırıyor. Biraz yerleşik, biraz sakin, ama bir o kadar hareketli bir hayatın hayalini kuruyorum artık. Bu hayallerin büyümekle bir ilgisi var mı emin değilim ama az biraz büyümüş hissediyorum kendimi.

Küçükken hesap makinesiyle hesap yapardım; ben 15 olduğumda annem şu yaşında olacak, abim bu yaşa gelecek, sonra ben 20 olduğumda, sonra ben 25 olduğumda, sonra... Ve hiç hesapladığım yaşlara gelmeyeceğim sanırdım. Çok uzaktı bana 20 olmak, 25 olmak.. Artık hesap yapmıyorum. Çünkü artık biraz daha hızlı akıyor zaman benim için ve kimse büyümesin istiyorum. Bazen gözümü kapatıp üç yıl sonra 30 yaşında olacağım geliyor aklıma. Anlamsız bir panik haline geçiyorum. Sonra kendi kendime sakinleştiriyorum kendimi. "Korkma Müge! Mevzu kaç yaşında olacağın değil. Ne hissettiğin, neler yaşadığın ve neler yaşayacağın. Her şey için zamanın var. Panik olacak bir durum yok. Hayatında her şey gayet de yolunda. Anı yaşa tadını çıkar.. vs vs..." Sakinledikten sonra bir kahve daha yapıyorum kendime. Ohhh diyorum. Mis gibi hayat, sen şimdi yirmi yedinin tadını çıkar. Boşver otuzu otuz düşünsün. Sen sabahlarına iyi bak.

Çünkü sabahlar çok mühim. Sabahları olabildiğince erken kalkmaya, "Sanatçının Yolunda" olduğu üzere sabah sayfalarımı yazmaya, ardından kısa bir meditasyon ve sabah sporu yapmaya ve son olarak kahvaltı etmeye özen gösteriyorum. Bir süredir her günüm böyle başlıyor. Yukarıda hayalini kurduğum her şeyi içimden geçiriyorum her sabah. Gözümün önünden akıyor hepsi, renk renk, şekil şekil... Çok uzakta değilmiş gibiler. Bir de bugüne kadar hayalini kurduğum bir çok şeyi yaptığımı görünce içimin renkleri coşuyor. Hal böyle olunca yaş baş da kalmıyor zihinde ve sarılıyorum sabahlarıma.

Ve tüm bunları yazarken ben, tam sol tarafımda masanın üzerinde Aybalam'ın bana yaptığı el yapımı ayracı görüyorum. Evcil hayat, yerleşik düzen derken bunu görmek sadece tesadüf olmamalı diye düşünüyorum.

Ağaçlar arasında 7 ev var. Ve şöyle yazmış:
 "7 renk, 7 hane, 7 dünya bir güneşin altında,
   Hep AŞK'la...
   Hep yanyana...
   Hep sevdiğin, hep sevildiğin yerde OL..."

İçimin gülleri açıyor tabak tabak, okuyunca. Sevdiğim, sevildiğim yer evim olur benim. Olur dimi. Olur bence.. Du bakiim...

Gözümü kapatıp baktım, oluyor!

Neyse pişedursun yazdıklarım.

Ben meteorolojiden aldığımız son bilgileri aktarayım:

Bu hafta çoğunlukla güneşliymiş hava. Güneş takıp takıştırıp çıkacakmış gök podyumuna. 22 dereceye kadar yükselecekmiş sıcaklık. Çünkü eriklerin güneşe ihtiyacı varmış. Ama perşembe cuma mavi yağmurlar bekleniyormuş. Balkanlardan tam da portakal mevsimi bitmek üzereyken portakal kabuğu reçeli kokuları gelecekmiş. Bu koku tüm dünyayı etkisi altına alacakmış.


Bir de esen kalacakmışız,
M.


















4 Mayıs 2015 Pazartesi

Biraz Biraz

Kaç gün oldu sayamadım derken, gözüm telefonun tarih göstergesine ilişiverdi. Bir ay üç gün bilmem kaç saat olmuş ben buraya, geleli, varalı, konalı; oradan ayrılalı, göçeli, gideli... Ne kadar küçük ve komik bir zaman dilimi olduğunun ve bu komik zaman diliminin ne kadar hızlı geçtiğinin farkında olmama rağmen diğer varmalarımdan, gitmelerimden, konmalarımdan, göçmelerimden farklı hissediyorum.

Biraz özlemiş, biraz yalnız, biraz kalabalık, biraz hızlı, biraz gürültülü, biraz sarhoş, biraz uzak, biraz sessiz, biraz dolu, biraz anlamsız, biraz anlamlı, biraz kırgın biraz biraz... Her şeyden biraz biraz işte. Çok acıktığımda gittiğim lokantada her şeyden biraz ister gibiyim. "Şefiiim biraz közlenmiş getiriver, biraz da yoğurtludan. Aman haa haydariyi unutma..." Hepsine rağmen ilk gelen mezeyi ekmekle sıyırıp doyacağım biliyorum. Yani anlayacağınız özlemeye doyacağım sanırım burada kalacağım süre boyunca. İlk geleni biraz biraz hepsine batırıp, özlemekle diplerini sıyıracağım gibi gözüküyor.

Neyse, tabaklar masaya birer birer geliyor, durduracak değilim gelsinler. Getiir şefim, getir sen, donat masayı şöyle güzelce..!

Masa donanadursun, en son çingenelerin zamanında kalmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim. Romanya pek güzel bir ülke, yinelemek isterim. Yeşili bol, evleri şipşirin, kasabası çok, insanı güleç gerçekten sevimli bir ülke. Bu ay içinde, çok fazla seyahat etme imkanım da oldu. Çok fazla tren yolculuğu yaptım. Şimdi hesapladım da neredeyse doksan iki saat tren yolculuğu yapmışım parça parça. Henüz hatırı sayılır olmasa da güzel şehirler gördüm. Ve çok fazla ülkeden birbirinden güzel insanla tanıştım. Evet duygular biraz biraz akarken fazla fazla güzel şeyler de olmuyor değildi.

Güzel şeyler de oladursun yurt dışında bir süre kalacak olmanın benim için en büyük sıkıntısı da bir anda bir çok yabancı dile maruz kalmakmış, bunu deneyimliyorum. Gerçi Romence ninni gibi gelmeye başladı artık. Pazara gittiğimde pazarcı teyzelerle tiyatro yapıyoruz. Artık vücut diliyle bir çok sebzeyi anlatabiliyor olabilirim :)

Ama ingilizceye yapışmış "anlıyorum ama konuşamıyorum" ifadesi, üzerime bir çığ gibi düşüverdi. İlk haftalar beynimden yanık kokuları geliyor sandım. Anlamaya, kendimi ifade etmeye çalışmak, yer yer anlaşılamamak oldukça yorucu. Günden güne daha iyi hissettiğim bir gerçek. Kendime zamanımın olduğunu hatırlatıp duruyorum sürekli. Aksi halde kendimi saldırır halde buluyorum kendime. Ki bu hepsinden yorucu! Evet vaktim var!

Ev arkadaşlarımın biri İtalyan diğeri İspanyol. Ara ara İspanyol ve İtalyan ezgileri de hoşça sıyırıp geçiyor zihnimi. Diller havuzunda kıyıdan kıyıdan yüzüyorum sanırım.

Romanya cephesinde bunlar olurken pek tabii yine şükretmekten alamıyorum kendimi. Biraz biraz her duygunun tadına bakabildiğim için, hayatımda özleyecek bir sürü "Can" olduğu için, tüm bunların farkında olduğum için...

Tam daha yazacak bir şeyim kalmadı galiba diyordum ki Turgut Uyar'ın "Palyaço"su oturdu yanıma.

"...biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bugünlerde

ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz. ..."


Sevgiyle kalın,
M.

Not: Bu yazıyı yazarken hep bunu dinledim. Biraz biraz yavaşladım. Okumanız bitince dinlemek isterseniz fıt fıt yaparsınız.




8 Nisan 2015 Çarşamba

ÇİNGENELER ZAMANI

Başım dönüyor... Yer yer mutluluktan yer yer aşktan yer yer şaşkınlıktan... Ama çok tatlı bir dönüş. Ne son hızla giden bir arabanın tekeri gibi hızlı ne de bir kedinin mırıltısı gibi yavaş. Sema ediyor sanki başım gökte. Öyle hoş, öyle anlamlı bir dönüş. Kalbim ayaklarının üzerinde durmakta zorlanıyor ama o da sema etmekte başımla bir. Başımla kalbim birlik olmuşlar sarhoş ediyorlar beni...

Niyet ettiğim ne varsa gerçek oluyor şu sıra. Ve ben sanki alışveriş listesine tik atar gibi, olan niyetlerimin karşısına kalp koyuyorum. Çünkü hepsi sırayla oluyor. Ve ben sevinirken her birine, şaşırmadan da edemiyorum. Bir de böyle zamanlarda Tanrı sadece benimle ilgileniyormuş gibi hissediyorum. Sanki melekleriyle oturmuş benim için plan yapıyor. Sadece hayal ettiklerimi değil başıma gelen her şeyi tarafıma sunulmuş küçüklü büyüklü hediye paketleri olarak görüyorum. Sonucunda ben de yapabildiğim tek şeyi yapıyorum: Şükür..!

Bu arada, başıma gelen her şeyin bir sebebi olduğuna artık sonuna kadar inanıyorum. Öyle ki bazen oturup sebeplerimi sevesim geliyor. Evet ben şuan Romanya'dayım ve burası beni başka bir yere götürecek biliyorum. Burada tanıştığım her insan beni bir yere taşıyor. Ve ben, başıma gelenleri böyle düşündüğümde içime ılık bir rüzgar esiyor. 

Şimdi o ılık rüzgarlar içimi serinletedursun bir hafta önce gezegenimi de yanıma alıp geldiğim Romanya'dan bahsetmek istiyorum. Şuan Romanya'nın Bihor ilinin merkezi olan Oradea'dayım. Bir hafta oldu geleli. Burası 200 bin nüfuslu küçük bir ilçe. Macaristan'a 70 km uzaklıkta, şirin bir yer. 

İstanbul'dan bindiğimiz uçak bizi Bükreş'e bıraktıktan sonra on üç saat sürecek tren yolculuğunu bekledik. O sırada kısa da olsa Bükreş'i gezebilme imkanım oldu. Ve saatlerimiz akşam 6.30'u gösterdiğinde daha önce hiç yapmadığım bir yolculuk başlamak üzereydi. Bugüne kadar hiç yataklı trene binmemiştim. Bu yüzden çok heyecanlıydım. Fakat neredeyse beş metrekarelik bir kuşette altı kişi yatacağımızı görünce içimden şöyle geçirdim: "Şahane! İlk yataklı tren yolculuğumda karbondioksitten öleceğim. Hoşçakal anne, seni seviyorum babacım.." :) 

Neyse ki sandığım gibi olmadı. Sizden tatlı olmasın pek tatlı bir kadınla tanıştık. İlk bir iki saat nasıl geçti anlamadım sohbetten. Sonra biraz uzanayım bari dedim ki sabah olmuş gelmişiz. (Bu huyumu çok seviyorum. Taşa uzansam orada bile uyuyabiliyorum :)

Evet yedi ayımın geçeceği şehirdeydim artık. Bir kaç tanışma, bilgi vs derken odama da yerleştim. Ama yine de ara ara gözlerimi kapatıp nerede olduğumu düşünüyorum. Çok değişik bir hismiş başka ülkede uzun süre kalacak olmak. 

Bir de şey, sanırım uzun süreli göçebelikten sonra çok şirin bir evim oldu :) Önü ferah, girişi yeşillikli, kilise manzaralı bir ev. Ve akşam güneşi alan bir odam var. Evin salonunu oda olarak kullanıyoruz ve ben salonda yaşıyorum ama yine de çok güzel :)

Daha ne olsun! Bir hafta oldu ve her şey yolunda. Her gün en az on yeni şey öğreniyorum. Yetmez mi?

İşte tüm bunlar kendimi şanslı hissetmem için yeterli. Ben şanslıyım dedikçe de daha bir güzelleşiyor her şey. Don Miguel Ruiz'in "Dört Anlaşma" kitabını severek okumuştum ve oradaki dört anlaşmadan biri şuydu "Kullandığın sözcükleri özenle seç." "Çünkü söz büyüdür." Ben de diyorum ki hayal kurarken ve niyet ederken de dikkat edin. Zira gerçekleşmesi an meselesi olabilir.

Buradan yola çıkarak "nasılsa olmaz" diye kurduğum hayallerimi geri indirdim raftan. Üzerlerini sildim ve yeniden düşlemeye başladım. Şu sıralar çok meşgulüm anlayacağınız :)

Belki sizin de tozu alınmayı bekleyen hayalleriniz, niyetleriniz vardır bir yerlerde. Bence şöyle kabaca alıverin tozunu, belki aynı gezegende buluşuruz..


M.







23 Mart 2015 Pazartesi

Bir Filmin Hatırlattıkları

Film izlemeyi pek severim. İşin profesyoneli ya da film eleştirmeni falan değilim ama film izleyip notlar almaya, arkadaşlarıma film önermeye, festivalleri takip etmeye bayılırım. İzlediğim ve etkisinde kaldığım filmleri tekrar izlemeyi de severim. Gel gelelim geceleri pek film izleyemem. Aslında ben isterim de göz kapaklarıma yenik düşerim. Gece izlemeye başlayıp da tamamladığım film sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanıyorum. Yine de severim bu huyumu, çünkü tatlı tatlı bükük boyunla uyuması pek keyifli oluyor :)

Bazen istisnalar olmuyor da değil. Bir kaç akşam önce o istisnalardan biriydi. Abimle film izlemek istedik. O Imdb puanlarına göre film ararken, "127 Saat" dediğini duydum. İlk çıktığı zaman izlemiştim ve pek etkilendiğimi hatırladım. Çok zaman almadı. Başlatıverdik  tek bir tuşla filmi.

Genç bir dağcı olan Aron bir gün Utah yakınlarında bir kanyona çıkar. Kısa bir yürüyüşün ardından büyük bir kaya parçası kolunu sıkıştırır. Böylece 5 gün boyunca sürecek yaşam mücadelesi başlar. Aron bu 5 günlük sürede sürekli çocukluğunu, sevgilisini, ailesini ve düşmeden az önce karşılaştığı iki kızı hatırlar. 127 saat boyunca sıkışıp kalma halinin yanında içsel sorunlarıyla karşılaşmak zorunda kalır. Ve sonunda cesaretiyle birlikte kendisini metrelerce derinlikteki bu beladan kurtarmaya yarayacak tüm yönleriyle yüzleşir. Genç adam öleceği ihtimalini de hep düşünerek kamerasına kayıtlar alır. Ailesine, sevgilisine söylemek istediği her şeyi söyler. Tükendiği bir noktada ise şunlar geçer zihninden:

"Bunları ben seçtim. Bu kaya hayatım boyunca beni bekliyormuş.Varoluşundan beri, daha bir meteorken, milyarlarca yıl önce uzayda buraya düşmeyi bekliyormuş. Tam buraya. Hayatım boyunca buraya sürüklenmişim. Doğduğum an, aldığım her nefes, yaptığım her şey beni buraya, evrendeki bu çatlağa sürüklemiş."

O kaya oraya düşmek için bu adamı bekledi! Milyarlarca olasılıktan sadece Aron'ın koluna düşme olasılığı gerçekleşmişti. Ve bu, Aron'ın tercihiydi.

Sonra bu genç dağcıyı bir kenara koydum, beni bekleyen şeyleri düşündüm. Kendi seçimlerimi, seçimlerimin beni nelerle karşılaştırdığını ve karşılaştıracağını. O 'kaya' her şey olabilirdi. Belki bir bebek, belki bir şehir, belki bir iş, belki bir sevgili, belki bir dost, kitap, kedi, gök taşı her şey ama her şey...

Doğduğum andan itibaren bir yerlere, bir şeylere sürükleniyorum ben de. Gezegenin bir çok noktasında benim için hazırlanmış olasılıklara koşuyorum. Ve hepsi benim tercihim.

Her şeyin bir sebebi olduğuna ve her sebepte bir hayır olduğuna daha çok inanıyorum artık. O kanyonda tam da orada Aron, başına gelebilecek en iyi olasılığı yaşamıştı!

Koştuğum binlerce olasılığın, bana ve yaşadığım gezegene hayır getireceğine inanmayı seçiyorum. Buna inanmak da benim tercihim. Kim bilir bu tercih bile nereye sürüklüyor beni...

Bütün tercihlerimle kabul ediyorum kendimi. Yaşadığım her şeyin, hayatıma giren herkesin benim için en iyisi olduğuna inanıyorum.

Evet sen de şuan bu yazıyı okumayı tercih ettin. Yapabileceğin binlerce başka şey varken bu yazıyı okumayı seçtin.  Dilerim bu seçimin hayatının bir yerlerinde en iyi olasılığı yaşatır sana.

Esen kalın,
M.










17 Mart 2015 Salı

Yok ben kalmayayım, evden beklerler...


Geçen haftalarda bir atölyeye katıldım. Atölye, Sanayi Mahallesi'nde Kolektif House adında harika bir mekanda gerçekleşti. Burada atölyenin saatini beklerken oturduğum masada bir dergiye rastladım. Derginin manifestosu öyle güzeldi ki... Attım hafıza. Şimdi günü geldi ve bu manifestodan bir alıntıyla yazmak, yazdıkça çoğalmak istiyorum.

"Kaçmak değil gitmek istiyorum." diyordu manifestonun tam da orta yerinde. Sanki gözüme girmek ister gibi kocaman yazılmıştı. Okur okumaz hahh dedim işte bu doğru cümle! Benim kaçacak bir şeyim yok ki! Ben de gitmeyi seviyorum birçokları gibi. Gitmek benim için kalmak... Gittiğim her yerde kalıyorum ve kaldığım her yerden gidiyorum. Ne derdim var benim bu gitmeliklerle bilmiyorum, ama iyi ki var demeden de edemiyorum.

Ve evet girizgahları sevdiğim doğru, yoksa şimdi yazacaklarımla bu yazdıklarımın hiç bir bağlantısı yok.

Ya da var! Bilemedim...En iyisi devam edeyim.

Bir süredir işsizdim, bilenler bilir. İşsizliği iliklerine kadar kullandım(yorum). Kendimle baş başa kalmalar, saatsiz zamanlar, sabahı akşama bağlayan kahvaltılar, gezmeler, tozmalar falan derken yedi ayı mis gibi yidim. Bu süre içinde uzun süredir yer almak istediğim Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH) projelerine de başvurular yaptım. O kadar çok başvuru yaptım ki bir zaman sonra saymayı bıraktım. Ve çok karlı bir İstanbul gecesinde günlüğüme şöyle aktardım duygularımı "artık umudumu kaybettim!".

Ve müjde!!!!  Umut kaybedilmeye yine gelemedi! Yazdığımın üzerinden 24 saat geçmemişti ki başvurduğum bir kuruluş tarafından arandım.Çarpık ingilizcemle geliyom gidiyom derken anlaşıverdik. O gece Ezgimle amaçsızca açtığımız şarabın da nereye içileceği belli oldu tabii. Ben, Ezgi, kedi ve şarap oturup mutlu olduk halime.

Vizeydi, biletti, evdi derken onlar da fıtfıt halloldu. Eee bana da gitmek kalıyor bu durumda. Yakın bir zamanda yedi sekiz aylığına değişik bir yerlere gideceğim ben. Hem yakın hem uzak bir ülke. Çocuklarla birlikte çalışıyor olacağım. Yeni bir ev, yeni insanlar, başka bir kültür tam da bayıldığım şeyler...

Çok heyecanlı olduğumdan her yere yazmak, herkese söylemek istiyorum. Utanmasam sokaktaki insanları çevirip "Biliyor musunuz ben gidiyorum." diyeceğim :)

Başka da bir şey yok işte hepsi bu!

Nereye mi gideceğim? Onu bilerek söylemek istemedim. Gidince ben, hep birlikte görürüz. Sadece bayatlamış bir gizemlilik yaratmak istiyorum :)

Ama dilerseniz yorum olarak aklınıza ilk gelen ülkeyi yazabilirsiniz. Belki bana niyet size kısmet olur  :)

Esen kalın,
M.



5 Şubat 2015 Perşembe

KALP GÖSTERGESİ

Masada üç beş kitap vardı. Baş ucu lambasının da bulunduğu küçük kare masada... Her gece yatmadan evirip çeviriyordu hepsini. Bir tanesini bitirmeye niyetliyse de, henüz nihayete erememişti hiç bir kitap. Aynı anda beş kitap okuyabiliyordu O, çünkü hepsi için vakti vardı.

Vakti vardı evet, ama vakit ne demekti onun için ? Hiç saat takmazdı koluna, telefonun bile saat göstergesini kaldırmıştı ve sadece küçük tik taklı saatin sesini duymamak için gitmezdi ninesini ziyarete. İlkokuldayken öğretmeni bir anda soruvermişti. "Söyle bakalım bir yılda kaç gün var?" Günleri de pek sevmezdi ama söyleyebiliyordu. "365 gün öğretmenim." "Eksik söyledin evladım." 

Saat kaçta doğduğunu, babasının kaçta öldüğünü, ilk sevgilisiyle kaçta öpüştüğünü, Beşiktaş vapurunun kaçta kalktığını hiç bilmezdi. Ne önemi vardı ki! Vakit denen şey nasıl sığabilirdi üç beş sayının arasına! Aklı almaz alsa da, kalbiyle inanmadığı için düşünmezdi bunu. Haliyle bütün buluşmalarına da ya geç kalırdı ya da erken giderdi. Çok hoşlandığı biri vardı bir ara, onu yağmurun altında saatlerce beklettiği için başlamadan bitmişti ilişkileri. 

Sabah 9 akşam 6 işlerinde de hiç bulunmamıştı. Yoksa her gün zamanı görmek zorunda kalırdı. Bu yüzden içindeki yaratıcıyı her geçen gün daha da besler ve evinden tasarımlar yaparak kazanırdı parasını.

Onun sevmek, çalışmak, gitmek, gelmek, gezmek, öpmek ve yapmak isteyeceği şeyler için zamana ihtiyacı yoktu. O, kalbindeki göstergeyi esas alıyordu. Çok dışlanıyor, tutunamıyor, ama onun için doğru olanı yaşıyordu.

Çor yorgundu o gün, yatağına uzandı ve sonunu en çok merak ettiği kitabı aldı eline. "İki kişinin buluşması, iki kimyasal maddenin teması gibidir: Eğer herhangi bir reaksiyon varsa her ikisi de dönüşür." diyordu kitabın da alıntı yaptığı bir köşede. Çok severdi alıntılara kendinden bir şeyler eklemeyi küçüklüğünden beri, buna da dayanamadı ve ekledi:

Ve bu dönüşüm, zamanın dışında bir yerde gerçekleşir. Süresi, güneşin doğuşu kadar uzun ya da yağmurun yüzüne inmesi kadar kısa sürebilir. Ama saatlere sığdırılamazdı!

Göz kapakları ışığı almaz oldu. Küçük kare masanın üzerinde duran baş ucu lambasına uzandı eli. Kapatıverdi.


M.









3 Şubat 2015 Salı

ON İKİ KARDEŞİN HİKAYESİ



Eylül'ü uğurlamıştım bir keresinde. Yazmıştım da uğurlama hikayesini. Hepsinin hikayesini yazmadım ama Kasım'ı, Ekim'i de uğurlamışlığım var. Nedir benim bu aylarla alıp veremediğim bilmiyorum ki... Ama ayların zihnimde çeşitli şekillerde tezahür ettikleri bir gerçek.

Şubat bana hep 12 çocuklu bir ailenin tekne kazıntısı gibi gelir mesela. Sanırım bu geliş, basit bir algıyla onun diğerlerinden daha az güne sahip olmasıyla ilgili. Şubat'ın 1'i oldumuydu ben hemen dürerim Şubat'ın defterini. Sanki Şubat'ta önemli bir şey yaşayamayacakmışım gibi hissederim. 14 Şubat falan da hiç gözümde olmadığından kutlayacak bir şey de bulamam. Ama 1990 yılının Şubat ayında Yılmaz Güney'in Umut filmi İstanbul'da gösterime girmiştir. Hiç sevmeyecek olsam bile bu haylaz sevimli tekne kazıntısını sadece bu yüzden sevebilirim.

Mart bu ailenin sert ve asi erkek çocuğu. Bir türlü kontrol edilemeyen, öğretmenlerinden  sürekli şikayet gelen yaramaz ilkokul çocuğu! Kimseyi dinlemeyen özgür bir ruhu var Mart'ın. Ama bu özgürlük hep üşütür çevresini, ailesini. Bir de 1973'ün Mart'ında Aşık Veysel gidevermiş ya bu dünyadan, bu sebepten biraz da gücenikim Mart'a. Mart gelince şöyle geçiririm içimden, büyüse de olgunlaşsa artık şu çocuk! Ama sonuçta sevmek gerek. Olduğu gibi kabul etmek.... Biz seveceğiz ki o güzelleşecek. Güzelleşecek ki ısıtacak içimizi.

Ahhhh Nisan...! Ahu gözlü, beyaz tenli, ilkbaharın genç kızı dilber Ay..  12 kardeşin en alımlısı... Nisan gelince umut doluyorum ben. Yağmurlar geliyor aklıma. Sevinç yağmurları. Aşık olasım artıyor, aşıksam daha çok seviyorum. Zaten aşık olduğum adam da bu ayda lütfetmiş dünyaya, nasıl sevmem... Nisan deyince bi duruyorum ben, sonra koşuyorum arkama bakmadan.

Mayıs! Ergenlikten yeni çıkmış, bazılarının ablası, bazılarının kardeşi gözlüklü ve akıllı ay. Çok bilmiş bu Mayıs, ailenin en okumuşu. Mayıs, son sınavlarını vermeye hazırlanan, okulu dereceyle bitirecek ve sivilceleri henüz geçmekte olan genç abla. Mayıs gelince içimin ateşleri yanar benim, dilek tutar üzerinden atlarım. Evlat olsa sevilir Mayıs!

Sonra sessiz sessiz ailenin hovarda çocuğu gelir. Haziran! İlkokuldan terk, sanayide çalışan, aileye para getiren ama bir yandan da arkadaşlarıyla akşamları toplanıp kendini dağıtan genç bir delikanlıdır. Haziran gelince dağıtasım gelir benim de. Yaza giriş yapmanın mutluluğuyla bi kadeh şarap ile bir duble rakının arasında sıkışır kalırım. Bir de çiçeğe duran kirazlar meyvelere döner ya...

Temmuz, ev işleriyle ilgilenmeyi seven tam bir ev hanımı adayı. Hamarat mı hamarat, mutfak delisi bir hatun. İçim bayılır benim bu ayda, sıcak bir yandan şehir kalabalığı bir yandan, evde zaman geçirmek isterim. Hamarat sayılmam  ama yemek yapar serinlerim. Temmuz tam bir Türk kadını ay pardon Türk ayı.

Ağustos, ailesinin baskısına dayanamayıp yıllar önce evi terk etmiş şimdilerde 30'una basacak kardeşlerin en yakışıklısı. En son Hindistan'dan kart atmıştı. Sonra haber alamadılar. Ağustos'a benzerim diye korkuyorum bazen ben de, ama ben kaçmam kaçarsa aklım kaçar gerisi yalan ağlar.

Eylül! Ailenin akademisyeni. Üniversitede hocalık yapan öğrencilerin en iyi anlaştığı hoca. Çok güzel Eylül. Bakan bir daha bakar! Kardeşi Nisan ondan almış güzelliğini. İncir gibi, kavun gibi, erik gibi... Mevsimindeki meyveler gibi. Geldi mi gitmesin isterim ama gitmezse Kasım nasıl gelecek sonra.

Ekim, üç çocuklu, mühendis, evine sadık tam bir ev erkeği. Kardeşlerin üç numarası.  Mandalina, portakal, greyfurt ekşiliğinde suratsız bir ay. Ama zararı yok kimselere. Kendi halinde yaşar ve bize sezdirmeden Kasım'ı getirir, benim en sevdiğim ayı.

Kasım, emekliliğine aylar kalmış, gençliğinden beri gitmenin hayalini kurduğu Datça'dan evini almış ve taşınmayı bekleyen, ailenin en yorgun bilge abisi. Üzerinde kardeşlerinin yükü, kurumuş yaprakların ağırlığı ve narların çokluğuyla mutlu bir yaşlılık hayali kuruyor. Ben öyle seviyorum ki onu. Tanrı bilmiş olacak ki beni de bu ayda bırakmış aranıza. Ama ben aksi gibi pek dinç olurum Kasım'larda. Severim kurumuş yapraklara çıtır çıtır basmayı. Kasım canımdır, kanımdır!

Aralık! Ev hanımı, iki çocuk sahibi, saçını hem ailesine hem kardeşlerine süpürge etmiş çilekeş ay. Üzerinde kar tanelerinden kalan buz parçalarıyla yeni yıla hazırlık yapar. Abladır o, bütün kardeşlerin ablasıdır, annesidir. Geldiğiyle gittiği bir olur. Aralık'da dilekler aralarım ben de yeni yeni.  Ne severim onu sevmem. Ama iyi ki var yoksa daha az portakal yemek zorunda kalabilirdim.

Ocak mı? Unutmadım tabii ki! Evin en suskun, en içine kapanık 11 numaralı çocuğu. Sevdiği tek şey futbol oynamak. Okula gitmeyi çok sevmiyor ama dersleri de kötü değil. Kendi halinde, elini küçük tekne kazıntısına uzatıp Şubat'ı bize gönderen, pazı ve kara lahana ayı. Lahanalar aşkına Ocak nasıl geçer hiç anlamam.

Sonra gerisin geri başa döner her şey. On iki dişli bir çark kendi hikayesini yaratır her defasında ve kardeş kardeşe yaşayıp giderler.

Peki ben bunu niye mi yazdım?

Bilmem... Kendimi yazarken buldum, kendi haline bıraktım bunlar çıktı :)


M.












16 Ocak 2015 Cuma

Eller Yukarı! Bu Bir Oyundur!

Kaç gündür sancılarım vardı. Merak etmeyin hasta değilim. Yine yazamadım, bugün de yazamadım, ya ben bayadır yazamadım rutininde sancılar... Ama beklemek bile sebepli derler ya (bunu ben attım şimdi) meğer Aysu bi oyun oynayacakmış da ondan körüklenip yazacakmışım ben de :) Hayat işte ne tatlı bir şey <3
Efenim biraz bu oyundan bahsedeyim size ki merakınızı gidereyim. Aysu bu sene bir yolculuğa çıkmak istiyor. Elbette bunu hepimiz isteriz. Ve tam da hepimizin istediği bu yolculuğu üç kişi ile yapmak istiyor. Ve şimdi oyuna davetli herkesi sorduğu sorularla önce hayallerde buluşturacak sonra da içlerinden en doğru üç kişi bilinmez bir yolculuğa çıkacak (çok gizemli..!). Oyun aslında önce seni bir güzel kendi hayallerinin içine çekiyor ve şunu soruyor "Eğer varsa hayal ettiğiniz, hep içinizden geçen, yapmak istediğiniz ama çekinip ötelediğiniz bir şey, yazın, paylaşın, bakarsınız yola beraber çıkarız!". Şimdi ben, izin verirseniz hayalimin içine çekilmek ve sonra AysuCan'ın bazı sorularına fıt fıt yanıt vermek  istiyorum. (Oyunla ilgili daha detaylı bilgi için en allta Not 1'e bakınız.)

Çok uzun süredir gitmenin hayalini kuruyorum. Katıksız bir gitmek.. Uzun gitmek kısa gitmek... Çok şükür fitili ateşledim gitmek ile ilgili. Yaşayacağım şehri değiştirmek için adımlar attım. Eşyalarımdan uzaklaştım, kendime yakınlaştım. Görmediklerimi gördüm, bakamadıklarıma baktım falan...

Ama en güzeli de uzun süredir hayal ettiğim bir şeyi  de gitmekli ve gezmekli olanına ekledim. (Hayaller buluşması vol 36252) Eşekli Kütüphaneciyi belki duymuşsunuzdur. Duymayanlar için kısaca bahsedeyim. Mustafa Güzelgöz yani nam-ı diğer Eşekli Kütüphaneci kütüphaneyi halkın ayağına götürmek düşüncesiyle kaymakamı ikna eder ve bir eşek aldırır kendine. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığı da kitaplarla doldurur. Sonra sandıkları eşeğe yükler ve Ürgüp'te köy köy gezmeye başlar. Gençlere, çocuklara, adamlara, kadınlara kitaplar götürür. Böyle de şahane bir insandır..

Tahmin etmeniz zor olmayacaktır. İşte ben de tam bu noktada hayalime bunu ekledim. Çok mu zor eşekle kitap taşımak yurdun köşelerine ya da dünyanın köşelerine, gezerek ? Bir süreliğine bile olsa! Eşek gerçek olmasa olmaz mı ? Ya da yok ya eşek de gerçek olsun, imkansız mı? Ömrüm neyi gösterir bilmiyorum ama beni eşekle kitap taşırken bir düşünsenize, çok tatlı olmaz mıyız <3

 Bunu hep içimden geçirirdim de yazmamıştım hiç. Niye korkuyoruz ki hayallerimizi yazmaktan. Dur ben diliylen söyleyeyim, niye korkmuşum ki hayallerimi yazmaktan. Bunu ayrıca ele alacağım. Ama şu an mutluyum ! Hayal yazdırdın kız bana, elal olsun ! (o kız Aysu)

Bu hayal böyle sere serpe burada yatadursun, sorulara bir bakalım :)

Demiş ki kimsin ? Ben de bilmiyorum ki, bilsem burada olur muydum :) Ben bende ne görüyorsan O'yum Aysu'm..

Bazı yeni şeyler için iki kişi gerekir mi bilmem amma hayalli gezmeler için üç kişi de olabiliriz. Zira yolculukta fazla hayal göz çıkarmaz :)

Ölmeden evvel görmek istediğim çok yer var elbet, fakat orası yok mu orası, Tac Mahal! Ahhhhh büyülenmem için arada fotoğraflarına bakmam yeterli. Gerçekten büyülenmek için gitmek istiyorum buraya. Ve eşekle Hindistan sokaklarında kitap dolaştırmak da hiç fena fikir değil gibi  :) Belki orada bir ineğe tutulur bizim ki gelmek istemez :) Hele bir de aylardan Eylül, Ekim ya da Kasımsa...

Bu yolculuk için benimle gelecek sağlıklı ruhuma, yarenlik edecek güzel insanlara, kitaplara ve bir de eşeğe ihtiyacım var :)

Bu yolculuğa bu hayali nasıl yerleştiririm ? Belki bu konu da yardımcı olmak istersin AysuCan bana . Ya da planlayıp birlikte yola koyuluruz kimbilir :)

Yemin ediyorum kız bulmaca gibi :) Bir de boşluk doldurmacalar hazırlamış..

Bir hayvan olsam ağustos böceği olurdum. Yerin altında onca yıl sabırla kaldıktan sonra özgürlüğünü ilan eden neşeli bir böcek olmak için. Sandığınız gibi tembel hayvanlar değiller ;)

Beni daha iyi tanımak istersen paylaşımlarıma bak, çok sık yazamasam da yazdıklarımı oku ya da gel ben sana bir çay demleyeyim uzun uzun konuşalım :)

Bir uçan halım olsa seni Küçük Prens'in gezegenindeki Baobapların oraya götürürdüm. Birlikte büyülenirdik.

Yoldaşlarıma ve yolda karşıma çıkacaklara masal anlatırım. Oranın kendine özgü meyve çekirdekleri ya da tohumlarıyla ne bereketli kolyeler olur. Eğlenirim, eğlendikçe eğleniriz. Çeyiz yolda düzülürmüş hele bi çıkalım da :)

Aysu hazır! Ben çantam kapıda bekliyorum zaten. Eeee siz neyi bekliyorsunuz! Bu yazıyla birlikte üç kişiyi etiketleyeceğim bakalım onlar da hazır mı :)


Bir de unutmayın; mutsuz insan yoktur, hayallerini unutan insan vardır!

Esen kalın..

M.
 
Not 1: Aysu'nun "Oyun Başlasın!" başlıklı yazısı ve diğer yazıları için blog adresi: http://yenidunyabanagozkirpti.tumblr.com/post/108127991539/oyun-baslas-n

Not 2: Eşekli Eşya Kütüphanesi nasıl olur? Yazı biterken aklıma geldi :) Eşeksiz Eşya Kütüphanesi için bkz. : http://esyakutuphanesi.com/

Not 3: Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz için daha detaylı bilgi için: http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_G%C3%BCzelg%C3%B6z