30 Eylül 2013 Pazartesi

KARAKÖYÜM DİYE BİR YER VAR!


Mekanlarla ilgili takıntım yok denecek kadar azdır. Farklı mekanlar deneyeyim, oranın mezesini yiyeyim, kahvesini tadayım gibi şeyler benim için çok önemli değildir. Bulunduğun yeri sana güzel yapanın yanındaki insanlar olduğunu düşünürüm. Ama işte insanız ya ömrümüzün belirli zamanlarında güzel yerlere gidiyoruz. Arkadaşların tavsiye ediyor, sen keşfediyorsun vs. Hazır gidip, oturup, beğenmişken de paylaşmamak ayıp olurdu.
Geçtiğimiz cumartesi günü Aybalam'ın doğum gününü kutlamak, iş arkadaşlarımızla bir de dışarıda buluşup iki lafın belini kırmak için önceden rezervasyon yaptırdığımız Karaköyüm Resaturant'a gittik. Restaurant Karaköy'de Bankalar Caddesi üzerinde, Bank Asya'nın en üst katında. Burası, Galata'nın eteklerinden yüzünü İstanbul'a doğru çevirmiş harika bir manzaraya bırakıyor sizi. Ben biraz erken gelip manzaranın tadını çıkardım ve bize ayrılan kenardaki masaya oturdum, beklemeye koyuldum diğerlerini. Belli ki kalabalık bir akşam olacaktı. Zira diğer masalar da hazırlanmış, gruplar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Rest. kaç kişilikti bilmiyorum ama geniş bir evin salonunu hayal edin. Dört beş öbek masa, her masa birbirine hem yakın hem uzak. Sanırsın ki bütün aile toplanıp yemek yiyeceğiz. Saatler ilerleyip salon dolmaya başladıkça, kendimi daha bir evimde hissettim. Fonda çalan hafif müzikler de yakışmıştı ortama.
Ne yediğin değil kiminle yediğin önemlidir biliyorum ama masaya gelen mezeler ve mevsim balıkları da oldukça lezzetliydi. Mekanın işletmecisi Sevinç Hanım o kadar tatlıydı ki ev sahibi gibi her masayı aralıklarla ziyaret etti. Bizimle ilgilenen garson Mustafa Abiye de selam olsun, belli ki  işini severek yapanlardan.
Gece boyu muhabbet, kahkaha, ağlama, dertleşme, şerefe eksik olmadı tabii. Dem biraz fazla gelince daha da bir güzel olduk...
Aybalam'ın kendi gibi güzel yaşı vesile oldu bugünü yaşamamıza ve burayı bilmemize. Gezegenimden ona bir kez daha sevgilerimi gönderiyorum. 
Diyeceğim o ki siz de bir ara dışarı çıkalım, yemeğe gidelim derseniz buraya bir gidin. Kulaklarım iyi tarafından çınlayacak eminim..

Kalın sağlıcakla,

M.




28 Eylül 2013 Cumartesi

EYLÜL'Ü UĞURLUYORUM....



Eylül'ü çok severim. İnsanı yazdan yavaş yavaş ayıran ama bir yandan da sevimsiz kışa hazırlayan bir hali var. Sakin ve dingin tavrıyla bana her zaman huzur verir.Ve bütün güzel şeyler Eylül'de olurmuş gibi hissederim. Aşık olabilir,  kararlar alabilir, kötü şeyleri unutabilir, gezebilir, öğrenebilir ya da okuyabilirsin...Sanki Eylül, insanı bütün bunları yapması için çağırır! Bütün ayların içinde ayrı bir yeri olduğunu hissettirir.


Her yere eşittir, taraf tutmaz Eylül. İhtiyacı olan herkese, ihtiyacı kadar yakındır. Güneşle muazzam bir dostluğu vardır. Güneş 23 Eylül'de ışınlarını dik bir şekilde yansıtırken ekvatora, dünyanın her yerinde gece ve gündüz eşitlenir. Ve sevgili güneş bunu, beni doğrularcasına Eylül'de yapar. Tek sahibi değildir elbette bu eşitliğin Eylülcük, Martla birlikte göğüslerler ekinoksu. Ama yine de Eylül'de bir başka eşitlenir kabul edin...
Peki ya İzmir'in kurtuluşu ve bu ayda kurtarılan diğer şehirler. Bunlar da mı tesadüf sanırsınız ?
Dünyanın en manidar gününün yine Eylül'de olması da tesadüf değildir. "21 Eylül Dünya Barış Günü" Dünyanın, insanların, hayvanların, doğanın ve benim gezegenim dahil bütün gezegenlerin ihtiyacı olan en önemli hâl; BARIŞ, yine bugün hatırlatılmaktadır insanoğluna, sanki diğer zamanlar hiç ihtiyacı yokmuş gibi...

Tesadüf sandıklarımız bir kenarda dursun, biliyor musunuz ben Eylül'de hiç aşık olmadım , kötü zamanları unuttuğum olmuştur, güzel kitaplar okuduğum ya da gezdiğim zamanlar,  ama bu güzel ayla o güzel duyguyu henüz birleştiremedim. Ama belli mi olur şuan için ömrümün bütün Eylülleri müsait görünüyor...

Tamam tamam biliyorum hüznü iyice yerleşmeden uğurlamaları kısa tutmalı, içim buruk haliyle, bunca güzel şeye ev sahipliği yapan 2013 Eylül'ünü uğurluyorum.Yine bu Eylül'de yeryüzüne bir çizik atıp giden Tuncel Kurtiz'i uğurluyorum ve daha önceki Eylüller de giden bütün güzel insanları...

Kavuşunca meşk kavuşamayınca aşk olur derler. Bir daha ki Eylül'e kadar o'na aşkla bağlı kalacağıma söz veriyorum. Ta ki meşk olana kadar...

Hoşçakal Eylül!

M.

24 Eylül 2013 Salı

GİTMEK...

Gitmek, hem kelimesinde hem de eyleminde bir çok mesajı olan bir hareket. Gitmek çoğu kez bir duruş, bazen tükenmişlik,bazen  mecburiyet, bazen görev, bazen alışkanlık... Gitmek aslında konuşan bir eylem. Ve her gidiş sesli bir dokunuş...
Bu heyecanı içinde saklı eylem, benim en sevdiğim. Sebebi ne olursa olsun gitmekten hoşlanırım ben. Gittiğim her yerin beni farklı yerlere çıkaracağını düşündüğümden mi  yoksa gezmeyi sevdiğimden mi bilmiyorum ama seviyorum bu eylemi. Hayatıma anlam katıyor, mutlu ediyor, ağlatıyor, bana aynı anda bir çok duyguyu yaşatıyor. Sadece bu yüzden bile sevebilirim bu güzelliği.
25 yıllık hayatımda kaç kere gittiğimi hatırlamıyorum. Belki bir elin parmaklarını geçmez. Ama ben güzel giderim, hakkını veririm bu eylemin. Arada arkama da bakarım ama bu dönmeyi düşündüğümden değil arkamda bıraktıklarımı çok sevdiğimden. Çünkü benim gezegenin ilk şartı buydu hatırladınız mı? Bırakmayı da düşünmüyorum bunu da belirteyim. Yani elim ayağım tutana kadar bol bol gideceğim. Nereye olduğunu gittikçe öğreneceğim ben de sizinle birlikte.
Tüm bunlar bir yana bu anlam yüklü eylem hayatımızın tabanına da yayılmıştır aslında. Bu kadar duygu dolu anlamlar yüklemesekte, gitmekten hoşlanmasak da her gün gittiğimizin farkında mısınız? Okula, işe, bakkala, kütüphaneye, direnişe, bankaya her yere... Öyle de sıradandır işte bu eylem, mütevazıdır...
Şu sıralar gitmeyi düşünüyorum ben de, düşündüğümden beri de şu eylemi bir kağıda dökeyim, neymiş bu hem hokkalı hem alçak gönüllü eylem herkesle paylaşayım diyordum , kısmet bu gezegeneymiş.
Bir de hem ağlarım hem giderim var ama o konuya burada girmeyeceğim merak etmeyin :)
Hadi şimdilik kaçtım ben (GİTTİM).


M.

Hamiş: Can Yücel'i pek severim ben buraya onun "Gitmek" şiirinden bir dörtlük iliştireyim istedim.
 "Ben her bahar aşık olmam ama,
  Her bahar gitmek isterim,
  Gittiğim olmadı hiç.
  Ama olsun... İstemek de güzel."

PEKİ KİM BU KIZ? TUTTURMUŞ BİR GEZEGEN GİDİYOR...


1988 yılının Öğretmenler Gününde doğmuşum. Manisa'nın Turgutlu kasabasında merhaba demişim dünyaya ve gezegenime. Ama bakmışlar kasaba küçük İzmir'e taşınmışız daha 40 günlük bir bebeyken ben.Çocukluk ve ergenlik dönemim İzmir'de geçti. Uzun bir dershane terapisinden sonra üniversiteyi kazandım ve sonra ver elini İstanbul... 7 yıldır İstanbul'da yaşıyorum. Marmara Üniversitesi'nde Bilgi ve Belge Yönetimi'ni bitirdim ve dünyanın en güzel mesleğine sahip oldum. Evet açıklıyorum ben bir kütüphaneciyim. Bu güzel mesleği çok şirin bir kütüphanede icra etmekteyim.Yaşamayı öyle böyle değil çok seviyorum. Çünkü benim gezegende yaşamak istiyorsan bu tek şart.En sevdiğim hayvan eşek. En sevdiğim renk yeşil.Dünyanın en güzel üç çocuğunun halasıyım. Kitaplara karşı değişik bir ilgim var daha ben de tam anlamlandıramadım...İyi bir insan sayılırım. Tanımadığım insanlara günaydın diyebilir, başkasının attığı çöpü alıp atabilir, bir ağaç için direnebilirim!En büyük hayalim bahçeli bir evde yaşamak ve sebzelerimin tozunu almak... Ama şimdilik gitmem gerek, okuyucu geldi.

M.

23 Eylül 2013 Pazartesi

BU BLOG NEDEN Mİ AÇILDI?

Uzun zaman başkalarına özendim, evet itiraf etmeliyim iyi olanları yer yer kıskandım. Ama artık burama (burnum) kadar geldi ve ben de açtım işte. Bugün blogumun miladı olarak kaydedilsin.

Bunu neden mi yaptım? Gökten meteor yağmuru gibi yağan bloglara neden mi bir yenisini ekledim? Çünkü ben doğmamış torunlarını bile düşünen hatıra delisi bir insanım.  İstedim ki bu blogda nenelerini bulsunlar kimmiş, ne zaman, ne hissetmiş öğrensinler. Sonra, sadece torunlarım mı? Hayır.. Beni bilen, bilmek isteyen, seven, sevmeyen herkes bir şekilde nerede olduğumu, ne yaptığımı, ne hissettiğimi bilsin istedim (zorla değil tabii). Benim gezegenimden herkes haberdar olsun istedim.


Gezegen mi? Ne diyor bu? diyebilirsiniz. Kimilerine banal bile gelebilir. Ama sanmayın ki buna da bir cevabım yok. Şöyle açıklayabilirim; içinde bulunduğum dünyanın bir kısmı bana ait değil. Yanan, yakılan, kesilen, hırpalanan, çalınan, kaçırılan kısmı bana ait olamaz. Bana ait olmayan bu yerlerde ben gezegenime giderim. Buradan, önce seyrederim dünyayı sonra baktım olmuyor, ben de bende olan dünyada olmayan ne varsa taşırım bir bir. En azından çabalarım...İşte bu yüzden "gezegen"dir bu blogun adı. Gezegen çabadır, gezegen diğerlerine koşarak gitmektir, gezegen güzelliktir, duygudur, kedidir, sokaktaki bir köpektir, okumaktır... İyidir işte anlayın!


Bu gezegende ne mi olacak dersiniz. Her şey olacak. Ne ekmek ne de su önce kitaplar olacak, sonra ülkeler, şehirler, semtler, yemekler, mekanlar, duygular bana ait, insana ait ne varsa hepsi olacak. Bu bir gezegen, çok basit aslında, bir gezegende ne olabilirse onlar olacak insana dair her şey... Peki bu bir günlük mü? Hayır, hayır korkmayın değil. Onu ayrıca tutuyorum hem de eski usul kağıtla kalemle :)


Böyle işte, daha da diyecek bir şeyim yok, döktüm içimi. Burası kapıları size her zaman açık olan bir gezegen. Saat, gün, mevsim mefhumu yok bu gezegende çat kapı yapın, zile basın, not bırakın, ne olursanız olun, nasıl gelirseniz gelin beklerim...


Sevgiler...


M.