19 Haziran 2014 Perşembe

TEK SORU TEK CEVAP

"Gelecekle ilgili planların nedir?" diye sordu bana. Daha önce hiç yüz yüze gelmemiştik ve telefonda da hiç konuşmamıştık. O Avrupa'nın ortasındaydı ve ben üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeden yazıyordum ona. Ayrıca beni merak etmesi hoşuma gitmişti. Hiç karşılaşmama ihtimalimiz olmasına rağmen...

Ona uzun vadeli planlar yapmadığımı yazdım. Çünkü yarın ne olacağını bilmiyorum ve hayat sürprizlerle dolu diye ekledim. Sadece öğrenmek, öğretmek, paylaşmak, duymak, söylemek, üretmek, bilmek, araştırmak, okumak, yazmak, anlatmak, izlemek, gitmek, varmak, ayrılmak, dokunmak, sevmek, aşık olmak ve hayal etmek istiyorum. Tüm bunlar plan yapmama gerek bırakmıyor ve bu yüzden çok mutluyum diye bitirdim.

Sıra bendeydi ve ona planlarını sormam gerekirdi normal şartlarda. Sormadım.

Mutlu musun ? dedim yalnızca.

Mutlu musun?

M.








14 Haziran 2014 Cumartesi

EVLİYA ÇELEBİ'NİN TORUNLARIYIZ

Güney Doğu Anadolu turu Aybalam'ın uzun süredir hayallerindeydi. Bir sabah yanına gittim ve  "Hadi gidelim" dedi bana. Sıcaktan kurumak üzere olan salyangozun üzerine yağmur yağmışçasına dirildim teklifini duyunca. İnsanın buna hayır demesi için normal bir insan olması gerekirdi.

Nihayetinde biz normal değildik ve gitmeden üç hafta önce karar verdik gitmeye. Radikal bir gitmek değildi bu. Gidip, görüp gelecektik. Hiç plan yapmamıştık ve benim hiç param yoktu. Parasız nasıl geziyorlar arkadaş diyen ben, üç haftalık bir kemer sıkma politikası ve limit yükseltme kararıyla insanların nasıl gezdiğini daha iyi anlamıştım :) Zira paranın olmasını beklersen seyahatler sadece rüyalarda oluyordu.

ETS turu seçmiştik gitmek için. Ben tur şirketlerine karşı biraz ön yargılıydım ta ki dönene kadar. (Ön yargı hiç güzel bir şey değil siz yapmayın.) Bu şekilde hem az para harcayacaktık hem de daha fazla şehir görecektik. Çünkü özgürce gezmek istersek benim kemeri sıkarken boğulmam söz konusuydu.

Sonra ne olsun, aldığımız biletlerin tarihini beklemeye başladık ve zaman, pili bitmek üzere olan bir saat gibi yavaşladı. Çünkü Murphy vardı ve o size ne yapacağını iyi bilirdi. Neyse ki Murphy eziyeti de uzun sürmedi ve Ege'nin güzel mi güzel zeytinliklerinde sıkılmış zeytinyağ gibi aktı zaman ve sabah 04.15'de Gaziantep uçağında bulduk kendimizi. Ben, Aybalam ve eşek.

İlk durak ŞANLIURFA - HALFETİ
Uçaktan iner inmez tur şirketinin otobüsü ve rehber karşıladı bizi. Otobüse bindik. Bindik binmesine ama ne görelim. Bizimle birlikte gezecek olanların yaş grubu öğlen güneşi gibi yüzümüzü yakıyordu. 60-70! Biraz bisikletten düşer gibi olmadık değil. Neyse travmayı kısa tuttuk mecburen. Ama şunu yazının başında söyleyebilirim, bazı travmalar mutlu sonla biter :)
Antep Hava alanı Urfa'ya daha yakın olacak ki önce Halfeti'ye geçtik. Birecik Barajının yapılmasıyla sular altında kalan Eski Halfeti bu tur boyunca görmek istediklerim arasındaydı. Fırat'ın serin sularında tekneye binecek ve barajın sular altında bıraktığı yere kadar gidip dönecektik. Ben bunu hayal ederken bile heyecanlanırken, düşünün ki içindeyken nasıldım. Bir yanda insan yapımı bir cami kubbesinin isyanı diğer yanda yine insan yapımı bir barajın inadı ve biz insanlara rağmen doğanın zarafeti ve aynı anda insana direnişi...

Tekne suyu ikiye bölerek ilerledi ve bir uçtan diğer uca biz nasıl geçtiğini anlamadan tamamladı turunu. Biraz ilçenin içinde gezdik. Halfeti Gerdanı dedikleri köprüden geçtik. Meşhur siyah lalesini de görmek istedik ama mevsimi olmasa gerek, hiç yoktu. Siyah lale türü dünyada sadece Halfeti'de bu renkte açıyormuş. Aynı fidanı
başka bir yerde dikmeniz halinde ise bildiğimiz gibi kızarıyor kırmızı gül oluyormuş. Enteresan...

İstemezdik ama, Halfeti'nin sonuna geldik. Güzel olan her şey bitmeye mecbursa yapacak bir şey yok. Bu ilk parçaydı ve kalbimizin bir parçasını burada bırakarak devam ettik tura.

İkinci durak GAZİANTEP (GAZIAYINTAP)
Antep düzensiz merkezi ile bizi kendinden birazcık soğuttu. Sanayi şehri olduğunu bildiğimizden mi bilmem pek ısınamadık. Yöresel yemeklerini yiyelim diye girdiğimiz Çağdaş Lokantası soğumayı güçlendirdi. Ama yeni yapılan Zeugma Müzesi hala aklımda. Gözlerimizin aşina ol
duğu, Yer Tanrıçası ve tanrıların anası Gaia veya Büyük İskender olduğuna dair farklı görüşlerin dile getirildiği "Çingene Kızı" Mozaiğini gördük. Bu mozaik tek başına kapkaranlık bir odada duruyor. Girer girmez sadece gözleriyle karşılaşıyorsunuz. Etkilenmediğimizi söylersek yalan olur ama bunun dışında da bakmaktan kendinizi alamayacağınız mozaikler var. Mesela Fırat'a ismini veren Euphrates Mozaiği beni benden aldı.
Efsanaye göre Euphrates adında bir köylü savaşa katılır. Gittiği savaştan uzun bir aradan sonra köye geri döner ve karısının yanına gider. Karısının yanına gittiğinde onu yatağında bir erkekle gören Euphrates çılgına döner ve ikisini de öldürür. Yanlarına gelen köylülerden öldürdüğü oğlanın oğlu olduğunu öğrenir ve o pişmanlıkla kendini Medos Irmağı'na atarak intihar eder. O günden sonra Medos Irmağının adı "Euphrates'in atladığı nehir" anlamında Euphrates Nehri olur. Sonra Ferat sonra Fırat olarak günümüze kadar gelir. Mozaikte de Euphrates'i görürüz pişman bir halde sağ kolunun altındaki testiden de Fırat'ın suyunun aktığı söylenir.
Ahh be Euphrates öfkeyle kalkanın nasıl oturduğunu söylemediler mi sana.. Yazık oldu...

Üçüncü durak, KAHRAMANMARAŞ

Maraş için söyleyebileceğim bir şey varsa o da ilerde burada yaşayabileceğimdir. Alçak binalar, yeşil manzaralar, geniş ve ferah caddeler, e bi de sütlü mü sütlü dondurmalar... Burada yaklaşık iki saat kaldığımız için tadı damağımızda kaldı. Ama meşhur Yaşar Pastanesi'nde dondurmamızı yedik. Eminim ara sokaklardaki mahalle dondurmacıları da bir o kadar iyidir. Sonra azcık çarşısında kaybolduk derken..





Üçüncü Durak ŞANLIURFA
Urfa, Peygamberler Şehri... Hz. İbrahim'in doğduğu mağaranın, Hz. Eyyüp Peygamber'in makamının bulunduğu cilalı taş devrinden beri yerleşimin olduğu hisli şehir. Evet, hiç beklemeyeceğimiz bir şekilde Urfa kendini bize sevdirdi. Önce merkezindeki meşhur Balıklı Göle gittik.

BALIKLI GÖL
Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı yer olarak bilinen bu gölün de elbette bir efsanesi var. Nemrut etrafına korku ve şiddet saçmaktadır. Bir gün gördüğü bir rüyayı yorumlatır ve o sene içinde doğan çocukların kendisini öldürteceğini öğrenir. Bu korkuyla o sene doğan ve doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder. İbrahim Peygamberin annesi Sara Hatun bir mağaraya kaçar ve orada dünyaya getirir oğlu İbrahimi. İbrahimi mağarada bulanlar onu Nemrut'un huzuruna çıkarırlar. Hiç çocuğu olmayan Nemrut İbrahimi sever ve himayesine alır. Fakat İbrahim büyüdükçe, putlara tapan Nemrut'un önüne geçmek bir yaratıcının olduğunu herkese duyurmak ister. Fakat ona bir tek Nemrut'un manevi kızı Zeliha inanır. Efsane bu ya ikisi arasında bir aşk da doğar. Bir tören günü sonunda Hz. İbrahim putları parçalamaya başlar. Ve baltasının ucunda bir putla yakalanır. Nemrut emri verir "İbrahimi ateşe atıp yakın." Halilülrahman Gölünün olduğu yere odunlar yığılır. İbrahim bir halatla yanan odunların arasına fırlatılır. Odunların arasına düşer düşmez alan göle, odunlar da balığa dönüşür. Hemen yanında küçük bir göl daha vardır. Zeliha'nın gözyaşlarından oluşan bu göl de Aynı -Zelihaa olarak anılmaya başlar.

Efsaneleri okumak, dinlemek çok keyifli. Aslında hepsinin kapısı masallara açılıyor. Belki de bu yüzden dinlemesi hoş. Ama efsaneleri doğdukları yerlerde dinlemek çok daha başka. Sadece efsane dinlemek için bile gezebilmeli insan.

Yalnız bize orada rehberlik yapan Urfalı Nurullah efsaneyi yerle bir eden bazı şeyler anlattıysa da şimdi masalı bozmayayım. Bir gün siz de gidin ve gerçekleri Nurullah'tan dinleyin :)

HARRAN
Hazır olun, burası bilimin anavatanı. Harran'ın dünyanın ilk bilim merkezlerinden olduğu bilinmektedir.
Ayrıca dünyanın ilk üniversitesi buradaymış. Harran'da da aklımız kalmadı dersek yalan olur. Belki de bunda kentin adının Sümercede ve Akatçada seyahat anlamına gelen "haran-u"dan gelmesi vardır, bilemiyorum...

Koni şeklinde 3000 yıllık Mezopotamya evleri, tuzlanma problemiyle karşı karşıya olsa da insana dirense de Harran Ovası dünya gözüyle görülecek yerlerden. Ova GAP ile kendine getirilmeye çalışılsa da, ne yazık ki bilinçsiz sulama yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Urfa dediysek sıra gecesi yapmadık demeyeceğiz herhalde :) Gerçekten menemen bardağı gibi yan yana sıralanıyorsun, çok komik :) Sazlar konuşuyor sonra, sen de başlıyorsun sanki kırk yıllık gazelhan gibi. İyi ki katılmışız dedik. Bir de şunu anladım, bazı aktiviteleri ünlendikleri yerde yapmak gerekiyormuş.

Sıra geceleri daha eskiden ariflerin söze, çırakların dize, şiirlerin saza geldiği gecelermiş. Bu geceler terbiye veren ve öğreten bir yer olduğu için, bir gazelin tek hecesini yanlış okuyan bir sanatçı utancından bir daha uzun süre bu gecelere katılmazmış. Düşünün ki nasıl bir aşk...

Bir de derler ki Urfa'ya gelen ağlar giden ağlarmış. Biz ağlamadık ama tekrar gitmek için listeye yazdık bu şehri.

Dördüncü durak ADIYAMAN
Kommagane krallığının yazlık başkenti Arsemia! Büyük İskender'in İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra kurulan bu krallık m.ö. 69'dan m.s. 72 yılına kadar varlığını sürdürmüş. Etsiz çiğ köfteye de adını veren bu krallık hala capcanlı duruyor. (Çiğ köfteyle ne ilgisi var bilmiyorum :)
Adıyaman merkezi ile değil ama (çünkü merkezinde çok zaman geçirmedik) tarihi ve görkemli Tanrılar dağı Nemruduyla yıktı geçti bizi. Öncelikle Nemrut'a çıkmak için oldukça kıvrımlı ve engebeli bir yoldan çıkacağınızı bilmeniz gerekiyor. Zira mideniz birazcık hassassa işiniz zor. Eee biz azimli gezginler olarak elbette göze aldık. Yaklaşık 1,5 saatlik bir yoldan sonra Nemrut'un eteklerine ulaştık. Tam bitti derken tırmanmamız için önümüzde yaklaşık 15-20 dakikalık merdivenli bir yol olduğunu öğrendik. Yiğitliğe leke sürdürmedik ve başladık tek tek çıkmaya. Önce Karakuş Tümüllüsü karşıladı bizi. Kommagane'lilerin kraliçelerine ait anıt mezarlardan olan bu tümüllüs adını tepesindeki kuştan almaktaymış.
Sonra dağın 2150 metrelik zirvesinde bulunan beş tanrıyı temsil eden 7 metrelik devasa heykellerle karşılaştık. Değişik bir duygu dokununca binlerce yıl öncesine gidecekmişsin gibi..

Kazılarda çıkan yazıtlarda heykellerin hangi tanrılara ait oldukları yazmaktaymış. Soldan sağa, I.Antiochos (kommaganenin kurucusu), Kommagane tanrıçası Fortuna Thyce, Zeus, Apollo ve Heracles (Ares - Herkül)
Daha ne denir bilmiyorum ama gidip muhakkak göz göze gelmelisiniz hepsiyle.

Buradaki kalıntıların, heykellerin ortaya çıkmasında emeği olan Charles Sester'i unutmamalı. Yol yapım çalışmalarında mühendis olan Sester buraya yapılacak bir yol için görevlendirildiğinde bölgeyi araştırmaya koyulmuş ve üstün bir çabayla kazılara ve araştırmalara başlamış (1881). Öyle bir çaba ki dağın zirvesinde yaşamaya başlamış. Zaten bu bölgenin Kommagane krallığına ait olduğunu kanıtlayan da kendisi olmuştur. Adam aşkla bağlanmış Nemrut'a, vasiyet etmiş öldüğümde küllerimi buraya atın diye... Hikayeyi dağdan inerken duyacağınız için Sester tarafından uğurlandığınızı hissedebilirsiniz. Sakın korkmayın arkanıza dönüp göz kırpın ona...

Bu yoğun tarihsel bilgilerden sonra efsanelere gelelim. Derlermiş ki bir insan ömründe bir kere bu dağın zirvesinde güneşi batırmalı. Biz de tam şanslı olduğumuzu düşünüyorduk ki, yağmur yağmaya başladı. Güneşi batıramadık ama olsun ıslanarak indik usul usul. Belki de bu yağmur bizi çok seven beş tanrının tekrar gelmemiz için çağrısıdır kim bilir...

Anlata anlata bitiremeyeceğim sanırım çünkü burası gerçekten anlatınca çoğalan bir yer...

Beşinci durak sonunda MARDİN-MİDYAT

Eğer bir gün bir masala kahraman olarak girersem Mardin ve Midyat'ın tepesinde uzunca bir süre süzülmek istiyorum. Çok değil gün batana kadar...
Ucu bucağı olmayan tarlaların ve kıvrımlı yolların arasından geçtikten sonra, gösterdi kendini Mardin. İğne oyası gibi işlenmiş olmalıydı evler yoksa nasıl böyle görünebilirdi bu kadar uzaktan hepsi dantel gibi. Yukarıdan aşağıya doğru sıralanan evler bir amfiyi andırıyordu. Hiç bir evin diğerinin önünü kapatmaması alışık olduğumuz bir durum olmadığından ayrıca etkileniyor insan. Dicle ve Fırat'ın serin sularıyla sulanan Mezopotamya bölgesinde kayalık bir dağın eteklerine kurulmuş,  birçok kültüre ve inanışa ev sahipliği yapmış sihirli bir şehir Mardin. Eski şehir dedikleri bölgesinde zaman geçirdik önce. Müzelerini gezdik. Dar ve trafikli sokaklarında dolaştık. Sonra Aybalam'ın yine yıllardır hayalini kurduğu şahmeranı aramaya koyulduk. Ben pek sevmiyordum bu takı tuka işlerini o yüzden o bakarken ben biraz sokaklarını izledim. Bu sırada o da yıllardır aradığını bulmuştu, o narin şahmeranı..

Dünyanın ayakta duran en eski Süryani Ortodoks manastırı Mor Gabriel Manastırı uğruna düşüyoruz yollara. Çeşitli inanışları, dinleri içinde barındıran yapıları gezmekten oldum olası keyif almışımdır. Seninle aynı nefesi alıp veren binlerce insan var ve hepsi farklı şeylere inanıyor ve saygı duyuyor. İnandıklarını farklı mekanlarda farklı ritüellerle yüreğe getiriyorlar. Sonra hep birlikte insan olmanın ortaklığında buluşuyoruz. Ah bir de farklılıkların güzelliğini farkedebilsek...

Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırı 397 yılında Süryanilerin ana vatanı olarak bilinen Turabdin bölgesinde Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulmuş. Dünya'nın en eski manastırlarından olan Mor Gabriel'in 1600 yıllık tarihiyle hala ayaktayım dediğini görüyorsunuz. Hristiyanlık için ikinci Kudüs olarak da adlandırılan manastır günümüzde halen aktif. Öğrencileri ve çalışanları var. Mimariden anlamayanların bile manastırdan çıkana kadar bakmaktan kendini alamayacağı güzellikte motifler var. Biz de kendimizi alamadık birazımızı orada bıraktık ve indik ağaçların gölge yaptığı yoldan. Ben gittiğim yerlerden taş, dal, kozalak, yaprak toplamayı çok severim. Bilenler bilir sonra onları bir araya getirip kolyeler yaparım. Manastırın bahçesinden kozalaklar topladım küçük küçük, bir tanesi kolye oldu gerdanımda duruyor. Baktıkça hatırlamak ne güzel...

İnsandık ve yorulmuştuk. O gece güzelce dinlendik. Midyat'a geçtik sabahın erken saatlerinde. Midyat'ın merkezinde dolaştık. 15 dk'da bitiyor ama o taş yapıların arasında dolaşıp şimdilerde Devlet konuk Evi olan konağın terasından seyreyleyince Midyat'ı, donsun istiyorsun zaman. Keşke daha uzun kalabilseydik ve orada bir eve tanrı misafiri olabilseydik. Neyse nankörlük etmeyeyim, Urfa için tekrar geleceğiz demiştik ya hemen altına yazdık Mardin'i.

Altıncı Durak BATMAN-HASANKEYF

"Oksijeni olmaktasın yine de
 Yüzü sana dönük
 Saksıdaki son çiçeğin
 Ve de bizlerin"

Hasankeyf oksijen, Hasankeyf saksıdaki son çiçek, Hasankeyf leylek, Hasankeyf tarihin cilalı rafı... Çok utanıyorum onu orada öylece bırakıp geldiğimiz için. Hiç bir şey yapamadığımız için ve sular altında kalacağını bile bile bağıramadığımız için! Kundakta bir bebeği öylece bırakmışız gibi döndük, belki son görenleri olabilirsiniz dedi rehber. Fotoğraf çektik, birbirimize sarıldık bir de öyle girdik küçücük bir karenin içine.


Hasankeyf Batman'a bağlı Dicle Nehrinin ayırdığı bir harikalar diyarı. Burayı Artuklular'dan (1232) alan Eyyubiler bölgeye hakim olacakları sırada Moğol istilasına uğrarlar, bölge yoğun bir tahribat yaşar. Bir çok yerleşim yeri gibi burası da alt üst olur. İstiladan sonra 14. yy da şehri yeniden inşa eden Eyyubiler bir çok esere imza atarlar.

Fotoğrafta gördüğünüz Hasankeyf Köprüsü ve sol yanda El-Rızk Cami'nin çift merdivenli minaresi. Köprünün üzerinde herhangi bir kitabe olmadığından yapılış tarihi bilinmiyor. Ama köprünün Artuklular'dan kaldığını ileri süren kaynaklar mevcut. Hasankeyf'in Müslümanların eline geçmesini anlatan bir kaynakta burada açılıp kapanan bir köprüden bahsedilirmiş. Bu sebeple köprünün antik dönemlere ya da Artuklulara ait olduğu düşünülmekte.

Ne kadar kalırsan kal, ne kadar bakarsan bak doyamayacaksınız buraya. Evlat gibi...

Yedinci durak DİYARBAKIR (DİYARBEKİR)
Şehrin çok içine girmeden On Gözlü Köprüyü gördük. Surlarını takip eden yolda ilerledik. Bu arada Mardin Kapı Şen olurdaki kapı Diyarbakır'daki sur kapılarından birinin ismiymiş. Ben de Mardin'de Mardin Kapı Şen olur diye kapıların önünde fotoğraf çektiriyordum :) Olsun ama bilmemek ayıp değil :)

Sekizinci durak KAYSERİ
Erciyes Dağı daha biz Kayseri'ye girmeden şehri de arkasına alarak buyur etti bizi. Bu arada gezdiğimiz bütün şehirler bizimle konuşuyor gibi anlatıyorum ama ne yapayım konuşuyorlar ya da biz dinlemeyi seviyoruz :)

Kayseri bir üniversite şehri de olduğundan olacak oldukça dinamik bir şehir. Ama yine de burada yaşamak istemem. Biraz sokaklarında dolaştık. Mantısı meşhurmuş, yedik (hiç bir numarası yok). Sonra şehrin göbeğindeki Döner Kümbeti görmek için yakınına gittik. 1276 yılında Anadolu Selçuklu sultanı I. Alaeddin Keykubad kızı Şah Cihan Hatun için yaptırmış.

Ne babalar varmış diyeceğim ama yedi cihan bir araya gelse babamı kimselere vermem varsın adıma kümbet olmasın.

Ve son durak KAPADOKYA
Sanki bir heykeltraş gelmiş ve bütün bu yöreyi eliyle şekillendirip gitmiş. Mardin'de bir masal kahramanı olup süzülmek istemiştim Kapadokya'da ise masal olmak istedim. Masalın ta kendisi. Zaten eski ismi de Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" masal ismi gibi değil mi?

Kapadokya; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ'ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmış.

Kapadokya'ya akşam vardığımız için turu ertesi gün yapacaktık. Akşam Türk gecesi varmış danslı manslı oraya gitmek için hazırlandık. Birbirinden farklı yöresel oyunlar ve danslarla tam bir görsel şölen yaşadık. Sonra hadi biraz kurtlarınızı dökün dediler bize, ee tabii kurt dökmeyi seven biri olarak atıldım. Gecenin sonunda kendimi pistte Türk Japon ilişkilerimizi kuvvetlendirmek adına bir Japon ablayla dans ederken buldum :)

Ertesi gün olacak Kapadokya turundan önce sabah erkenden isteyenlerin balon turuna katılabileceğini söylediler. Gezinin başından beri bildiğim bir şeydi fakat pahalı olduğundan aklımdan çıkarmaya çalışmıştım. Amma velakin bu kız durur mu ! Aybalam ayağım yerden kesilmesin diyenlerden olduğu için yerde buluşmak üzere ayrıldım odadan. Paraları denkleştirip kendimi balonda buldum sabah 6'da. Ve sonra dedim ki aferin kız Müge :)
Ölmeden önce yapılacak 12326459 şeyden biri. Kuş olamadım ama kuş kadar yükseldim... Bir kez daha kafamı eğerek selam verdim doğaya, onun taşına toprağına..

Uçmanın getirdiği açlıkla sıkı bir kahvaltı yaptık ve Kapadokya Açık Hava Müzesi için yola koyulduk. Peri bacaları, kaya içine oyulmuş manastırlar, kiliseler, şapeller, mutfaklar.. Hobbitlerin köyü gibi :) Nasıl anlatılır bilmiyorum ama sanki dün yapılmış gibi capcanlı duran o freskleri gidip görmelisiniz, yürümelisiniz 1000 yıl önce birilerinin manastırdan mutfağa yürüdüğü o yolları.

Tek kelimeyle mükemmel bir yer. Urfa ve Mardin'den sonra listeme büyük harflerle yazdım burayı. Tekrar gelip sadece burada kaybolmak istiyorum.

Dönüşü otobüsle yapacaktık ve yol üzerinde Tuz Gölüne de uğradık. Sanki bulutlara basıyormuş gibi oluyorsun. Bir gün giderseniz yalın ayak basın suyuna ..

Hiç sormuyorsunuz yolculuktaki amcalarla teyzelerle geçinebildiniz mi diye :) Yol boyunca bir sürü emekli arkadaşımız oldu diyebilirim. Öğretmen, ebe, mimar, gezgin... Mehmet amca, Emine Teyze ve diğerleri çoğu kez bizden daha enerjiktiler. Birlikte yemek yedik, sohbet ettik. Mehmet amcanın her şeyi merakla izleyişine, gayretine ve hanımına duyduğu aşka aşık olduk. Hayat sürprizlerle doluydu ve biz sürpriz dolu bir kutunun içine düşmüştük.

Sonra ne mi oldu tabii ki İstanbul'a döndük! Taşında toprağında altın var diye yıllardır kandırıldığımız İstanbul'a! Neyse ki gönlümüz genişlemişti, ülkemizin gitmediğimiz yerlerinde görmediğimiz insanlar kazınmıştı hafızamıza...

İki üç gün uyum sorunu yaşadık tabii. Ama başka seyahatler vardı daha yapılacak, görülecek yerler, kurulacak hayaller vardı, bunları düşününce rahatladık..

ÖNERİLER

1)GAP turunun yapılabileceği en güzel tarihler Nisan ayının ilk iki haftası ve Eylül'ün son iki haftası. Aralarda giderseniz seyahatinizden verim alamayabilirsiniz. Biz 23 Nisan haftası gittik ve ultra verim aldık :)

2)Fazla et yemeyin! Zira vücut buna isyan ediyor ve en az bir geceniz heba oluyor. Tecrübeyle sabit..

3)Seyahatinizi yapacağınız yoldaşınızı iyi seçin. Ben Aybalam'ı kimselere vermem :)

4)Gittiğiniz yerlerde notlar tutun. Sonra okuması çok keyifli. Tarihsel bilgilerden bahsetmiyorum. Sizi etkileyen yerlerde duygularınızı hemen yazın.

5)Çok sıcaklıyor insan, yanınıza fazla t-shirt alın.

6)Paranızın olmasını sakın beklemeyin. Zira hem hiç bir zaman paranız olmayacak hem de kıt kanaat yapılan gezmeleri tadından yiyemeyeceksiniz :)

7)Gittiğiniz yerlerden sevdiklerinizi arayın.

8)Dokunabiliyorsanız gittiğiniz yerlerin toprağına dokunun.

9)Fotoğraf yanında videolar çekin. Daha kalıcı oluyor.

10)Okuyamayacağınızı bilseniz de yanınıza en sevdiğiniz kitabınızı alın.

11)Hiç paranız olmayabilir ve gerçekten hiçbir yere gidemeyebilirsiniz. Ama bir kere olsun evinize hiç kullanmadığınız bir yoldan, geçmediğiniz bir sokaktan geçip gidin.

Çünkü seyahatin küçüğü büyüğü olmaz :)


Son olarak bu yazıyı da buraya kadar sabırla okuduysanız tebrik ederim. Çok sabırlıymışsınız.. Ben olsam sıkılıp yarıda bırakırdım :)


Hep aşkla, sevgiyle ve heyecanla kalın,
M.

Not: İki mozaik fotoğrafı dışında, fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir.