23 Mart 2015 Pazartesi

Bir Filmin Hatırlattıkları

Film izlemeyi pek severim. İşin profesyoneli ya da film eleştirmeni falan değilim ama film izleyip notlar almaya, arkadaşlarıma film önermeye, festivalleri takip etmeye bayılırım. İzlediğim ve etkisinde kaldığım filmleri tekrar izlemeyi de severim. Gel gelelim geceleri pek film izleyemem. Aslında ben isterim de göz kapaklarıma yenik düşerim. Gece izlemeye başlayıp da tamamladığım film sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanıyorum. Yine de severim bu huyumu, çünkü tatlı tatlı bükük boyunla uyuması pek keyifli oluyor :)

Bazen istisnalar olmuyor da değil. Bir kaç akşam önce o istisnalardan biriydi. Abimle film izlemek istedik. O Imdb puanlarına göre film ararken, "127 Saat" dediğini duydum. İlk çıktığı zaman izlemiştim ve pek etkilendiğimi hatırladım. Çok zaman almadı. Başlatıverdik  tek bir tuşla filmi.

Genç bir dağcı olan Aron bir gün Utah yakınlarında bir kanyona çıkar. Kısa bir yürüyüşün ardından büyük bir kaya parçası kolunu sıkıştırır. Böylece 5 gün boyunca sürecek yaşam mücadelesi başlar. Aron bu 5 günlük sürede sürekli çocukluğunu, sevgilisini, ailesini ve düşmeden az önce karşılaştığı iki kızı hatırlar. 127 saat boyunca sıkışıp kalma halinin yanında içsel sorunlarıyla karşılaşmak zorunda kalır. Ve sonunda cesaretiyle birlikte kendisini metrelerce derinlikteki bu beladan kurtarmaya yarayacak tüm yönleriyle yüzleşir. Genç adam öleceği ihtimalini de hep düşünerek kamerasına kayıtlar alır. Ailesine, sevgilisine söylemek istediği her şeyi söyler. Tükendiği bir noktada ise şunlar geçer zihninden:

"Bunları ben seçtim. Bu kaya hayatım boyunca beni bekliyormuş.Varoluşundan beri, daha bir meteorken, milyarlarca yıl önce uzayda buraya düşmeyi bekliyormuş. Tam buraya. Hayatım boyunca buraya sürüklenmişim. Doğduğum an, aldığım her nefes, yaptığım her şey beni buraya, evrendeki bu çatlağa sürüklemiş."

O kaya oraya düşmek için bu adamı bekledi! Milyarlarca olasılıktan sadece Aron'ın koluna düşme olasılığı gerçekleşmişti. Ve bu, Aron'ın tercihiydi.

Sonra bu genç dağcıyı bir kenara koydum, beni bekleyen şeyleri düşündüm. Kendi seçimlerimi, seçimlerimin beni nelerle karşılaştırdığını ve karşılaştıracağını. O 'kaya' her şey olabilirdi. Belki bir bebek, belki bir şehir, belki bir iş, belki bir sevgili, belki bir dost, kitap, kedi, gök taşı her şey ama her şey...

Doğduğum andan itibaren bir yerlere, bir şeylere sürükleniyorum ben de. Gezegenin bir çok noktasında benim için hazırlanmış olasılıklara koşuyorum. Ve hepsi benim tercihim.

Her şeyin bir sebebi olduğuna ve her sebepte bir hayır olduğuna daha çok inanıyorum artık. O kanyonda tam da orada Aron, başına gelebilecek en iyi olasılığı yaşamıştı!

Koştuğum binlerce olasılığın, bana ve yaşadığım gezegene hayır getireceğine inanmayı seçiyorum. Buna inanmak da benim tercihim. Kim bilir bu tercih bile nereye sürüklüyor beni...

Bütün tercihlerimle kabul ediyorum kendimi. Yaşadığım her şeyin, hayatıma giren herkesin benim için en iyisi olduğuna inanıyorum.

Evet sen de şuan bu yazıyı okumayı tercih ettin. Yapabileceğin binlerce başka şey varken bu yazıyı okumayı seçtin.  Dilerim bu seçimin hayatının bir yerlerinde en iyi olasılığı yaşatır sana.

Esen kalın,
M.










17 Mart 2015 Salı

Yok ben kalmayayım, evden beklerler...


Geçen haftalarda bir atölyeye katıldım. Atölye, Sanayi Mahallesi'nde Kolektif House adında harika bir mekanda gerçekleşti. Burada atölyenin saatini beklerken oturduğum masada bir dergiye rastladım. Derginin manifestosu öyle güzeldi ki... Attım hafıza. Şimdi günü geldi ve bu manifestodan bir alıntıyla yazmak, yazdıkça çoğalmak istiyorum.

"Kaçmak değil gitmek istiyorum." diyordu manifestonun tam da orta yerinde. Sanki gözüme girmek ister gibi kocaman yazılmıştı. Okur okumaz hahh dedim işte bu doğru cümle! Benim kaçacak bir şeyim yok ki! Ben de gitmeyi seviyorum birçokları gibi. Gitmek benim için kalmak... Gittiğim her yerde kalıyorum ve kaldığım her yerden gidiyorum. Ne derdim var benim bu gitmeliklerle bilmiyorum, ama iyi ki var demeden de edemiyorum.

Ve evet girizgahları sevdiğim doğru, yoksa şimdi yazacaklarımla bu yazdıklarımın hiç bir bağlantısı yok.

Ya da var! Bilemedim...En iyisi devam edeyim.

Bir süredir işsizdim, bilenler bilir. İşsizliği iliklerine kadar kullandım(yorum). Kendimle baş başa kalmalar, saatsiz zamanlar, sabahı akşama bağlayan kahvaltılar, gezmeler, tozmalar falan derken yedi ayı mis gibi yidim. Bu süre içinde uzun süredir yer almak istediğim Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH) projelerine de başvurular yaptım. O kadar çok başvuru yaptım ki bir zaman sonra saymayı bıraktım. Ve çok karlı bir İstanbul gecesinde günlüğüme şöyle aktardım duygularımı "artık umudumu kaybettim!".

Ve müjde!!!!  Umut kaybedilmeye yine gelemedi! Yazdığımın üzerinden 24 saat geçmemişti ki başvurduğum bir kuruluş tarafından arandım.Çarpık ingilizcemle geliyom gidiyom derken anlaşıverdik. O gece Ezgimle amaçsızca açtığımız şarabın da nereye içileceği belli oldu tabii. Ben, Ezgi, kedi ve şarap oturup mutlu olduk halime.

Vizeydi, biletti, evdi derken onlar da fıtfıt halloldu. Eee bana da gitmek kalıyor bu durumda. Yakın bir zamanda yedi sekiz aylığına değişik bir yerlere gideceğim ben. Hem yakın hem uzak bir ülke. Çocuklarla birlikte çalışıyor olacağım. Yeni bir ev, yeni insanlar, başka bir kültür tam da bayıldığım şeyler...

Çok heyecanlı olduğumdan her yere yazmak, herkese söylemek istiyorum. Utanmasam sokaktaki insanları çevirip "Biliyor musunuz ben gidiyorum." diyeceğim :)

Başka da bir şey yok işte hepsi bu!

Nereye mi gideceğim? Onu bilerek söylemek istemedim. Gidince ben, hep birlikte görürüz. Sadece bayatlamış bir gizemlilik yaratmak istiyorum :)

Ama dilerseniz yorum olarak aklınıza ilk gelen ülkeyi yazabilirsiniz. Belki bana niyet size kısmet olur  :)

Esen kalın,
M.