3 Ocak 2016 Pazar

Sezar'ın hakkı Sezar'a Pazar'ın hakkı Pazar'a

Bir günün diğerini aratmadığı günlere ekstra şükran doluyorum. Buradan anlaşılabileceği üzere bugün de o günlerden biriydi.
 
Sırf bugün Cebeci'de kurulan bit pazarına gidebilmek için hafta içi izin kullanmadım. Bugünün ipini temkinli ama hızlı ellerle çektim. Geçen hafta edindiğim analog fotoğraf makinamı da kullanacak olmanın heyecanıyla pazarı zor ettim. Veee caanım pazar elinde paketlerle geliverdi.Eksilerin efendilerinden Ankara'nın rakı beyazı havasında izin gününde kalkmak ne kadar zor olursa o kadar zor oldu kalkmam. Ama iki hamlede tuvaletteydim. Giyindim sıkıca en kalın kazağımı. Çoraplarımı ikiledim. Makinemi kontrol ettim-zira bugünümün umuduydu o-. Kahvaltımı yaptım ve erkenden koyuldum yola. Görenlerin kutuplara cenke gittiğimi sanabileceği, sadece gözümün iç yağının göründüğü bir şekille bindim Sıhhıye dolmuşuna. Dedim ki "Abecim beni bit pazarının oralarda indirsene."
 
Yarım saat sonra indim, yürüyorum pazar yerine. Offf çok heyecanlıyım. (Bit pazarları beni hep çok heyecanlandırır.) 15 dk yürüdükten sonra vardım mekana. Ama gözlerim ne bit gördü ne pazar. Meğer pazarı kapatmış belediye, hayli de zaman olmuş. Bir iki dolaştım mahallede fotoğraf çektim ve köşedeki itfaiye binasına girdim sonra. Bu adamlar buranın yerlisidir, çevrede başka pazar varsa, bilse bilse bunlar bilir umuduylan sordum. "Abecim burada başka bit pazarı var mı bildiğin?"
 
"Yeğenim, hastanenin arasında oluyor bir küçük pazar, amma o kapanmıştır şindiye kadar."
 
"Eyvallah abecim. Görüşürüz." dedim veee...
 
(Evet görüşürüz diyerek ayrılmama sonra ben de anlam veremedim. Ama kim bilir dünya küçük.)
 
eeeee (ve'nin devamı) gidemediğim bit pazarı hikayem başlamadan bitti.
 
Ama olsundu, gün daha bitmemişti.  Ve ben soğuğa alışmış, yılların Ankara'lısı havasıyla, kaşkoldan yüzümü arındırmış bir halde yürümeye devam ediyordum, günler önce buluşalım hadi iki lafın belini kıralım diye sözleştiğim eski sevgiliyle buluşacağımız Tunalı'ya doğru. (cümle yıkılıyo)
 
Evet uzun sure kalbimi paylaştığım eski sevgiliylen çok güzel arkadaş olmuştuk. Eee hadi madem ikimiz de Ankaradayık buluşalım dedik. Tunalı'da tek bildiğim mekana gittim onu beklemek için, az yazdım, az okudum, az çorba içtim. Bekleyeyazıyordum adamı. Az az yaptıklarım biterken, kaldığım kitabı okumaya devam edermiş gibi gülmelere, konuşmalara devam ettik. Önce bir özet geçtik hayatları, sonra güncel alt yazılar geçildi. Azcık hayallerden söz açıldı. Sonra leblebi yedik üzümle kan yapar diye, sonra da tekrar görüşürüz diye ayrıldık nazikçe. Böyle olabilmeye de şükür doldum sonra. Kalbimin mahzenlerine teşekkür ettim hep güzel şeyleri saklayıp baktığı için.
 
Akşam olur rakının beyazı kaybolurken, dolmuşa doğru yola koyuldum tekrar. Gideyim de şu şahane pazarıma evde devam edeyim diyerek Heidi gibi sekiyordum Güvenpark yolunda.
 
Mavi ışıklı dolmuş seyahatimin bile beni heyecanlandırdığı bu günde daha ne olabilirdi diye geçiriyordum içimden ki solda çiçek satan emmilerin karşısında bir kadın elinde sigarasıyla beyaz beyaz katlanmış kağıtlar satıyor. Önce pas geçtim kadını sonra dört beş adım atıp geri geldim. Tam olarak şöyle yazıyordu katlanmış kağıtların başında "Öyküler! Güldüren, düşündüren rengarenk öyküler. Öyküler 2 - 3 tl" Haliyle ilgimi çekti. Dedim "abla bunlar ne?" Abla "Şiirlerimi, öykülerimi satıyorum. Bunlar bana ait diğerleri de dünyadan sevdiğim yazarların öyküleri." dedi. Bu abla yıllar once basılacak bu öykülerini anlaştığı yayınevine gönderemeyince elinde kalmış. Şimdi de böyle satıp geçimini sağlıyormuş. Hem de öykülerle insanları dolmuşa giderken dahi olsa buluşturmakmış niyeti. Çok ilginç geldi çünkü daha once yol kenarında tane tane hikaye ve şiir satan birini görmemiştim. Biz sohbet ederken gençten bir çocuk daha geldi. Seçtiği yazarların yayın haklarıyla ilgili sorularımı da sorup rahatladıktan sonra eeee durmadım tabii, bir şiir seçtim kendime, yarın doğacak bir Can arkadaşıma da doğum günü hediyesi olsun diye bir hikaye seçtim. Kadını tekrar nerede görebileceğimi sordum ve yetiştim mavi ışıklı muazzam dolmuşuma.
 
Günün bu kısmından sonrası da şükürlüktü. Yalın'ın senin adın Müge değil senin adın Mügem demesi, bir arkadaşımın beni yapmaya çekindiğim bir şeye karşı yüreklendiren mesajı, annemin geçen hafta benim için yaptığı tablonun hatrıma düşmesi de günün pekmezi tahini oldu.
 
Valla ne diyem daha ben, yetmez ama şükür!
 
Özer Ablanın (Özer Çor) şansıma çektiğim şiirini de sizinle paylaşayım istiyom son olarak:
 
"Bir şiir,
bir yerde bir gün,
bir şiir bir şekilde
çıkıp karşınıza birdenbire
saldırırsa eğer
düş göklerinden uçup gelmiş bir atmaca gibi
saldırırsa
en derindeki size
sözcük sözcük zincirleyip de
yüreğinizden size
teslim olmak isterse
direnmeyin;
gördü bir kez gizlediğiniz yerinizde
buldu size
bırakın
derlerken bir demet gizem çiçeği gibi içinizden özgürlüğü
varsın kelepçelesin duygularınızdan ellerinizi."
 
Hadi o vakıt şükrümüz, hikayemiz, yeğenimiz, güzel günlerimiz,şiirlerimiz bol olsun.
 
Esen kalın,
M.

Bu da Romanya'daki şahane günlerimin anısına...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder