Yıllardan bir yıl, aylardan bir ay, günlerden bir gün,
saatlerden bir saat gökyüzünün mavisinde, karıncalar yuvalarında, ayılar
uykularındayken Bulut, Güneş, Yağmur, Kar ve Şimşek bahçedeki büyük masaya
oturup yemeklerini yemeye başlamışlar. Bunu her yıl bir kez yaparlar,
gökyüzündeki durumları değerlendirirlermiş. Hangi gün hangisi kendini
göstermiş, hangisi çok yorulmuş, hangisinin neye ihtiyacı olmuş bunları
tartışırlarmış.
Kısa bir atıştırmadan sonra başlamışlar sohbete. Yağmur
demiş ki ben bu yıl hiç yağamadım. Bana sıra gelmedi güneşten. Şimşek demiş ki
ben de hiç çakamadım kardan bana fırsat gelmedi. Güneş, Yağmur'un dediği gibi değil ben
de hiç açamadım, bulut yer vermedi demiş. Gökyüzünün daha iyi bir duruma gelmesi için
başlayan toplantı bir anda gerçek bir tartışma ortamına dönmüş. Her biri yıl
boyunca gökyüzünde en çok kalan olmak istiyormuş. Bu yüzden ortak bir noktaya
varmak bir yana gökyüzünü çok boş bıraktıkları için de zaman daralıyormuş.
Bir anda yüzde yüze ulaşan ve o ana kadar hiç söz almayan
Bulut lafa karışmış. “Sakin olun arkadaşlar aklıma bir fikir geldi. Kime daha
çok ihtiyaç varsa o dursun göklerde. Bu yüzden yerden, bizimle yaşayan canları
çağıralım onlara soralım.” Kısa bir uğultudan sonra herkes onaylamış. Bulut
inmiş yere canları almaya ve bir insan, bir hayvan, bir ağaç ve bir avuç
toprağı çıkarmış göklere.
Masaya toplanmış bu defa hepsi. Önce insana sormuşlar: “kimi daha çok sever, kime daha çok ihtiyaç
duyar insanoğlu? “ İnsan demiş:
“Mevsimler var yerde. Yaz ise güneşi bazen yağmuru, kış ise karı, bulutu, şimşeği; baharda yine yağmuru güneşi isteriz biz. Bu yüzden hepiniz önemlisiniz
bizim için. Diyemem ki birinize sensiz de oluruz biz.”
Sonra hayvanları temsilen eşek gelmiş. Eşeğe sormuşlar
aynısını. Eşek de demiş ki “olmaz öyle şey, kulaklarım kadar severim ben
hepinizi, ona ihtiyaç duyduğum kadar ihtiyacım var hepinize. Bu değişmez de karıncaya, kurda, kuşa göre.”
Sonra ağaçları temsilen Zeytin gelmiş. O da dememiş farklı
bir şey diğerlerinden. Eklemiş sadece: “köklerim de yapraklarım da meyvelerim
de çok sever hepinizi.”
Sonuncuya gelmişler, bir avuç toprak söz almış, hem kendi hem
de içinde yaşayan küçük böcekler için. “olmaz demiş! Bu toprak hepinize alıştı
artık. Her birinizi sırayla görmek isterim ben, içimdeki böcekler de.”
Herkes böyle konuşunca karar verememiş göğün üyeleri. O
sırada bozmuş sessizliği eşek, söz hakkı istemiş.
“En iyisi size günleri, mevsimleri paylaştıralım:
Güneş, sen dört mevsim de ol ama bazen yak bazen ılıt. Yağmur, sen kışları daha çok ol ama baharları da gel. Bulut, sen yağmurdan ayırma gözünü, o yağacak gibi oldu mu sen gir devreye önce. Kar, sen kara kışta gel beyazlat her yeri. Ve sen şimşek, sen doğa ne zaman sesini duyurmak isterse o vakit çık ve bağır yerlere.” demiş.
Güneş, sen dört mevsim de ol ama bazen yak bazen ılıt. Yağmur, sen kışları daha çok ol ama baharları da gel. Bulut, sen yağmurdan ayırma gözünü, o yağacak gibi oldu mu sen gir devreye önce. Kar, sen kara kışta gel beyazlat her yeri. Ve sen şimşek, sen doğa ne zaman sesini duyurmak isterse o vakit çık ve bağır yerlere.” demiş.
Anlaşmışlar. Görmüşler ki her birine ayrı ayrı ihtiyacı var
yerin ve yerdekilerin. Sarılmışlar birbirlerine. Sarılırken karla güneş, kar
erimiş sıcaktan; güneş de ıslanmış yağmurdan ama engel olmamış birbirlerini
sevmelerine. Ve sonra herkes köşesine çekilmiş sessizce…
İşte sen yerdeki çocuk, adam ve kadın! Gökyüzünden ne gelirse sev onu.
Sarıl sıkı sıkı güneşe ve yağmurun seni ıslatmasından korkma. Şimşek gökyüzü
ve doğanın sesi, onu dinlemeyi ihmal etme. Kar yağarsa kışları, göz kırp her
bir taneye. Soran olursa da bulutu, yağmura olan aşkını anlatıver herkese.
Masal bitti.
:)
M.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder