25 Ocak 2016 Pazartesi

Bi çay koy da içelim Necla!

Bazen boş boş otururken ben salonda, bazen babam da televizyon seyrediyor olur. Annem de yanımızdaysa bulmaca çözüyordur yüzde doksan dokuz ihtimalle. Herkesin sessizce bir şeylerle uğraştığı böyle anlar çok mutlu eder beni. Bilirim çünkü, ilerde paha biçemeyeceğim anlar bohçasında alacak yerini.  Evet işte böyle bir tablo var benim kafamda, hiç unutamayacağım. Ve yine böyle anlarda babam şıp diye sorular soruverir bazen (çok severim ben bazenleri).  Sorular fırından yeni çıkmışçasına sıcak, mayası gelmiş ekmekler kadar kabarık, yeni çözülmüş bir havuz problemi kadar derin olabilir. Ya düşündürür ya sordurur ya sevdirir ya da bir şeyler yapar işte, kurcalar. Çok küçükken ben, biraz ürkerdim bu sorulardan ama artık hoşuma gidiyor. Babamın benimle ilgileniyor olmasından mı yoksa soruların bendeki yankısından mı bilmem, iyi geliyor. Bu sorular yeni nesil takdir sorularından farklı oluyor ama olsun bunlar da baba soruları, takdiri sonradan gelen sorular.

Bugün de, bunları yazmama vesile olan bir soru geldi Ahmet agadan. Durupdururduk öylece, yukarda giriş bölümünde çizdiğim tablonun içindeydik. Bir an ismimi duydum ve kafamı kaldırdım, “Ne yapıyosun orada? Senin keşkelerin var mı?” dedi.

Opppaaa !

Sanki ben de bu soruyu bekliyormuşum gibi hemen “yoo” deyiverdim. “Nasıl yani?” diye devamı geldi ve örneklemeler başladı “mesela, hani bi çocukla birlikteydin o zaman, o bence bir hataydı senin için, keşke olmasaydı demiyor musun?”

Birkaç dakika sessizlik… Gerçekten o an kalbime indim ve bir ses aradım keşke diyen, baktım bakındım… Ama kısa süreli bu kalp kazısına rağmen bir parça bile bulamadım içerimde, beni pişmanlıklara, keşkelere boğan. Hatta yaşadıklarımın fazlası var da eksiği yokmuş gibi hissettim. Keşkelerimin hepsi  sadece yaşadığım her an’a tekrar dönmekle ilgiliydi. Olan her şeyde bir hayır gören ruhum böyle böyle meyve veriyordu galiba. Kapıldığım umutsuzluklarda, yaşadığım kötü anlarda, ağladığım günlerde, hasretli günlerimde, başarısız işlerimde, hüsranlarımda bile hep bir hayır gördüm. Hayatıma giren herkesin beni bir yerden bi yere taşıdığına inandım. Dedim ki vardır bir sebebi böyle olduysa. Dedim ki demek başka bir kapı göreceksin kıyıda. Dedim ki o zaman daha çok yüzeceksin Müge, dedim ki eğlen Müge, tadını çıkar tatlım. Böyle böyle yirmi yedi yıl geçirmişim işte bu gezegende, keşkesiz, olabildiğince varsayımsız ve aniden gelen bir soruya “yooo” diyebilecek gibi… Bir soğuk pazar gününde bu tatlı sorucuk bir kez daha şükrettirdi bana. Hayatıma şöyle tırnağının ucuyla bile dokunmuş bütün canlara ciğerden sarıldım.

Sonra, babamın bakışlarında gördüklerime karşılık “Pollyanna olduğumu düşünüyorsun değil mi?” deyiverdim. “Evet, hayatı ti’ye alıyorsun.” dedi. “Yarın ölecekmişim gibi babacım” dedim. Buna benzer cümlelerle birkaç diyalog daha ilerledik ve bitti.

Meğer bitmemiş…

Dakikalar sonra ben de rahat duramadım ve soruverdim “ peki senin ‘iyikilerin’ ne?”

Keşkelerden bir anda iyikilere gelmiştik. Sonra saydı kendi iyikilerini. Aklına gelen keşkeleri tutamadı yer yer, ama olsun ufak bir soruyla akışa yeşillik serper gibi oldum.

Sonra akşam oldu yemek yedik. “Necla bi çay koy da içelim.” dedi babam.
Annem mutfağa gitti.

Hayat çok güzelmiş meğersem. Çay da demini alıyor...

İşte şimdi tam da bu yüzden sıradaki çayımı hayatıma giren insanlara, aldığım kararlara, kaçırdığım fırsatlara, yürüdüğüm yollara, benim için yanlış denen adama, aşık olduklarıma ve olacaklarıma, eşeklere, bahçeli ev hayalime, biriktirdiğim tohumlara, okuduğum masallara selam ederek içiyorum.


Esen kalın, çay için...
M.

Her anımı yaşadıkça sevesim var diyor.. o zaman dinleyelim <3




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder