Bazen boş boş otururken ben salonda, bazen babam da
televizyon seyrediyor olur. Annem de yanımızdaysa bulmaca çözüyordur yüzde
doksan dokuz ihtimalle. Herkesin sessizce bir şeylerle uğraştığı böyle anlar
çok mutlu eder beni. Bilirim çünkü, ilerde paha biçemeyeceğim anlar bohçasında
alacak yerini. Evet işte böyle bir tablo
var benim kafamda, hiç unutamayacağım. Ve yine böyle anlarda babam şıp diye sorular
soruverir bazen (çok severim ben bazenleri).
Sorular fırından yeni çıkmışçasına sıcak, mayası gelmiş ekmekler kadar
kabarık, yeni çözülmüş bir havuz problemi kadar derin olabilir. Ya düşündürür
ya sordurur ya sevdirir ya da bir şeyler yapar işte, kurcalar. Çok küçükken ben,
biraz ürkerdim bu sorulardan ama artık hoşuma gidiyor. Babamın benimle
ilgileniyor olmasından mı yoksa soruların bendeki yankısından mı bilmem, iyi
geliyor. Bu sorular yeni nesil takdir sorularından farklı oluyor ama olsun
bunlar da baba soruları, takdiri sonradan gelen sorular.
Bugün de, bunları yazmama vesile olan bir soru geldi Ahmet agadan. Durupdururduk öylece, yukarda giriş bölümünde çizdiğim tablonun
içindeydik. Bir an ismimi duydum ve kafamı kaldırdım, “Ne yapıyosun orada? Senin
keşkelerin var mı?” dedi.
Opppaaa !
Sanki ben de bu soruyu bekliyormuşum gibi hemen “yoo”
deyiverdim. “Nasıl yani?” diye devamı geldi ve örneklemeler başladı “mesela,
hani bi çocukla birlikteydin o zaman, o bence bir hataydı senin için, keşke
olmasaydı demiyor musun?”
Birkaç dakika sessizlik… Gerçekten o an kalbime indim ve bir
ses aradım keşke diyen, baktım bakındım… Ama kısa süreli bu kalp kazısına
rağmen bir parça bile bulamadım içerimde, beni pişmanlıklara, keşkelere boğan.
Hatta yaşadıklarımın fazlası var da eksiği yokmuş gibi hissettim. Keşkelerimin
hepsi sadece yaşadığım her an’a tekrar
dönmekle ilgiliydi. Olan her şeyde bir hayır gören ruhum böyle böyle meyve
veriyordu galiba. Kapıldığım umutsuzluklarda, yaşadığım kötü anlarda, ağladığım
günlerde, hasretli günlerimde, başarısız işlerimde, hüsranlarımda bile hep bir
hayır gördüm. Hayatıma giren herkesin beni bir yerden bi yere taşıdığına
inandım. Dedim ki vardır bir sebebi böyle olduysa. Dedim ki demek başka bir
kapı göreceksin kıyıda. Dedim ki o zaman daha çok yüzeceksin Müge, dedim ki
eğlen Müge, tadını çıkar tatlım. Böyle böyle yirmi yedi yıl geçirmişim işte bu
gezegende, keşkesiz, olabildiğince varsayımsız ve aniden gelen bir soruya
“yooo” diyebilecek gibi… Bir soğuk pazar gününde bu tatlı sorucuk bir kez daha
şükrettirdi bana. Hayatıma şöyle tırnağının ucuyla bile dokunmuş bütün canlara ciğerden
sarıldım.
Sonra, babamın bakışlarında gördüklerime karşılık “Pollyanna
olduğumu düşünüyorsun değil mi?” deyiverdim. “Evet, hayatı ti’ye alıyorsun.”
dedi. “Yarın ölecekmişim gibi babacım” dedim. Buna benzer cümlelerle birkaç
diyalog daha ilerledik ve bitti.
Meğer bitmemiş…
Dakikalar sonra ben de rahat duramadım ve soruverdim “ peki
senin ‘iyikilerin’ ne?”
Keşkelerden bir anda iyikilere gelmiştik. Sonra saydı kendi
iyikilerini. Aklına gelen keşkeleri tutamadı yer yer, ama olsun ufak bir
soruyla akışa yeşillik serper gibi oldum.
Sonra akşam oldu yemek yedik. “Necla bi çay koy da içelim.”
dedi babam.
Annem mutfağa gitti.
Hayat çok güzelmiş meğersem. Çay da demini alıyor...
İşte şimdi tam da bu yüzden sıradaki çayımı hayatıma giren
insanlara, aldığım kararlara, kaçırdığım fırsatlara, yürüdüğüm yollara, benim
için yanlış denen adama, aşık olduklarıma ve olacaklarıma, eşeklere, bahçeli ev
hayalime, biriktirdiğim tohumlara, okuduğum masallara selam ederek içiyorum.
Esen kalın, çay için...
M.
Her anımı yaşadıkça sevesim var diyor.. o zaman dinleyelim <3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder